35 kişilik sınıf, tamamı kız. Kendime 3 5 arkadaş edindim, çok eğlenceli bir yıldı. Sınıftaki kızlarla kendimize muhakkak 10 dakikalık teneffüslerde bile gülecek bir şey buluyorduk. Okulun en imrenilen sınıfı bizim sınıfımızdı. Hele şu 40 dakikalık öğle teneffüsleri bizim için nimetti. Millet yemek yemekle uğraşırken biz uzun eşek oynayıp altımıza yapana kadar gülmekle meşguldük. Zil çaldığında hepimizin suratı kıpkırmızı hocayla sessiz bir bakışma yaşardık. O dönemlerde ilk tablet dağılımı yapıldı. Çok mutluyuz tabii ama amacımız asla ders değil. Daha tablet gelmeden hangi oyunu nasıl indireceğimizi araştırmaya başladık. Standart arka dörtlü ekip olarak sınıfın neşesiydik işte. Saat 16.00'a kadar olan süreden bahsediyorum sonrası zehir. Annemle babamın kavgaları çok artmış her gün müthiş yüksek sesle bağrışmalar yankılanıyor, bir gün biri diğer gün biri salonda yatıyordu. Bunların bizim yanımızda çok şiddetli olması çok etkiliyordu. Kafamın içindeki 1000 insanın aynı anda konuşuyor olması yetmiyor gibi kulaklarım bir de bununla karşılaşınca çok büyük kargaşayla savaşıyordum. Kayıp giden yıllarıma bir yenisi daha eklendi. O yıl sınıfta kalmıştım. Dersleri hiç önemsememiştim. İstemediğim bir okula zorla gönderilmemin sonucundan ne bekleniyordu? Zaten o yıl sadece arkadaşlarımla gülüp eğlenmek için okula gittim. Karneyi aldığımız günün ertesiydi, sınıfta kaldığım için o kadar azar işitmiş ve daralmıştım ki ok yaydan çıkmıştı. Annem salonda otururken altıma bir şort, üstüme tişört, onun üstüne de etek, hırka ve başörtü çamaşır asacağım kombinim hazırdı. Kalbim yakalanırım korkusuyla sanki ağzımda atıyordu. Elim ayağım zangır zangır titriyor bir o kadarda çaktırmamaya çalışıyordum. Gösterdiğim sakin bir tavırla çamaşırları makineden çıkardım. Annem takırtıları duyunca nereye dedi çamaşırları asacağım dedim. İlk kapıyı açtım çamaşır sepetini kapının önüne koydum sonrasında başörtümü alma bahanesiyle odama gittim. Çantamı da alıp anneme göstermeden çıkardım. Salonun penceresi çamaşırları asacağım yere bakıyordu ama sadece kafamın yarısı gözüküyordu. Çantayı kapıda bıraktım 3 5 çamaşırı asıyor gibi yaptıktan sonra bahçeye üstümdekileri çıkartıp fırlattım çantamı da alıp koştum. Her yerim hala deli gibi titrese de kuş gibi hafif hissediyordum. Üzerimdeki aile baskısı ve Meşter'in izi olmayacak hissi beni müthiş hissettiriyordu. Telefonumu da kapattım. Yavaşlayıp yürürken sigara molası verdim bir kaldırıma oturdum. Derin bir sessizlik hissi sardı beni sigarayı yaktıktan sonra elime yanan külün iğne ucu kadar parçası düştü. Anlık canım yandı sonra başladım ağlamaya, hıçkıra hıçkıra içli içli. Konum o külün canımı yakması değildi, bahanem oydu. Bu hissi bilirsiniz. İçinde bastırıp bastırıp eklediğin acıların dayanamayıp patlamasıdır. 1 saat aralıksız ağlamışımdır. Sonrasında Ümraniye son durakta liseli ergenlerin toplandığı bir kafe vardı oraya gittim. Bir kız arkadaşımla karşılaştım evden kaçtığımı söyledim. Gidecek yerim yok deyince evine davet etti. O gün onlarda kaldım. Ertesi gün öğlene doğru telefonumu açtığımda annem aradı açmadım. Ardından Barış abi ısrarla aradığında açtım. Güvende olup olmadığımı sordu buluşmak istediğini söyledi. İstemiyorum ben bundan sonra gelmeyeceğim dedim. "İstersem yerini bulurum ama sen söyle gelip alayım konuşalım." dedi. Hiç zorlaması yoktu ben de kabul ettim. Geldi muhabbet ettik, daha doğrusu beni ikna etmek için o kadar çaba gösterdi ki tamam dedim. Beni tekrar eve götürdü. Annem çok ağlamıştı gözlerinden anlaşılıyordu. Neden ağlıyordu ki? Yüzüne bakmak bile istemiyordum nefret ediyordum ama bir taraftan da içimdeki o merhamet duygusunu bastırmaya çalışıyordum. Çok ağlamış gözler kıpkırmızı açılmayacak hale gelmiş. Tesettürü çıkardığımı görünce çok kızdı "Asla çıkarmayacaksın çıkarıyorsan defol git bir daha gelme arayıp sormam" dedi. Sanki çok umurundaymışım gibi. Hadi seni geçiyorum ben zaten evden gitmişim geri getirmişler benim ne kadar umurumda söylediklerin?
Gün boyunca annemin de babamın da yüzüne bakamadım konuşmadım da. Ertesi gün babam işteydi annem de uyuyordu öğle vakitleriydi. Kafamın içi hiç iyi durumda değildi. Hazırladım yine çantamı ve dışarıya çıktım. Ev gözükmeyene kadar koştum. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum. Çaresizlik içinde kıvranırken aklıma Adana Kozan'da yaşayan Polis Harun amcam geldi. Evli iki çocuğu vardı. Onu aradım. Oraya gelebilir miyim diye sordum evdeki durumları anlattım. Meşter'den bahsetmedim, ilk olarak güvenmem lazımdı. Akşama biletimi almıştı. Akşama kadar mahalleden arkadaşlarımla bir kafede oturdum. Ardı ardına babam ve annem arıyordu bir vakitten sonra ses kesildi amcam anlatmış olmalı. Herkesten kurtulmanın sevinciyle bindim otobüse. On üç saat boyunca uyumadım, düşündüm. İçinden çıkamıyordum. Geri döneceğimin farkındaydım, ömür boyu orada kalmama izin vermezlerdi. Olsun birkaç hafta da olsa vücudumda sapık bir el gezmeyecek, nefes alacaktım. Sabah inince beni Adana'dan amcamla yengem aldılar, kimse bir şey sormadı çok iyilerdi bana karşı. En son dedemin cenazesinde görmüştüm onları. Güvende hissediyordum kendimi, uzun zamandan sonra o his çok garip gelmişti. Babaannem beni görünce çok sevindi. Düşkündür çocuklarına, torunlarına. O yaşlı haliyle hep hizmet etmek ister kıyamaz kimseye. Halam Feride ve küçük amcam Mehmet de Kozan'daydı. Halamın iki kızı vardı. Biri benden bir yaş küçük Canan, diğeri üç yaş küçük Cemre'ydi. Birkaç gün babaannemin yanında durdum. Her akşam babaannemin evinde toplanıyorduk, benim moralimi yüksek tutmaya çalıştıklarını hissediyordum. Halam sohbet sırasında beni ertesi gün için evlerine davet etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda Çocuk
Non-FictionBurada anlatılanlar tamamen hayatımı anlatmaktadır, kurgu yoktur. Çocuklukta maruz kalınan psikolojik olarak etki yaratacak olayları içermektedir. Sizin için ağır olduğunu, etkileneceğinizi düşünüyorsanız okumamalısınız. Son olarak ''Hayat h...