Ya Taş, Ya Mari

63 19 25
                                        

Bölüm şarkısı: Mr. sandman, okurken dinlemenizi tavsiye ederim <3

Yağan yağmura aldırmadan hızlıca koşuyordum. Henüz erken olmasına rağmen ise hava kapkaranlıktı. Koşarken kaç tane insana çarptım, hiç bir fikrim yoktu. Fakat arkamdaki homurdanmaları duyabiliyordum. Ve şuan onlardan özür dileyecek vaktim bile yoktu. 


Sahile vardığımda ise dalgalar her zamankinden fazlaydı. Görünürde hiç bir şey yoktu. Sahilde hala aramaya devam ederken ben buradayım dercesine parlayan taşa baktım. Bu mathi'ye verdiğim taşa benziyordu. Dalgalar onu bana ulaştırmak istercesine hızlıca karaya vuruyorlardı. Dalgaları beklemeyecektim. Hızlıca denize girip kolyeye doğru yüzmeye başladım.  Fakat az önce kolyeyi bana vermek için çabalayan deniz ise şuan da onu geriye doğru götürüyordu. Kolyeye ulaşmak için daha hızlı yüzmeye başladım fakat kafamı her kaldırdığımda yağmur onu görmemi engelliyordu. ve ardı kesilmeyen şimşekler ise beni korkutmaya yetiyordu.


Sinirden titreyen ellerime hakim olamıyordum. Denize ihanet etmiştim, fakat deniz beni hala yanında istiyordu. Derin bir nefes alıp derine daldım. Gözlerim ise parlak taştaydı. Ne zaman yaklaştığımı hissetsem, daha da geriye gidiyordu.


Artık ona yaklaşmıştım. Elimi taşa uzatıp almıştım ki ayağım boşluğa gelmesi üzerine kendimi ve taşı hemen geriye doğru çektim. Aşağıya baktığımda ise Mariana Çukuru'nun başında olduğumu gördüm. Etrafıma baktım. Denizin az önceki hırçınlığı ya da ardı kesilmeyen şimşekler yoktu. Yağmur ise azalmıştı. Elimdeki taşa baktım. Yanıp yanıp sönüyordu. karaya doğru yol aldım. Hava hala karanlıktı fakat eskisi kadar değildi. Nefes nefese kalmış bir şekilde kendimi çakıl taşlarının üstüne attım. Gözlerimi kapattım ve kolyeyi sıkıca tuttum.


Her ne kadar kadere karşı gelmiş olsam da her şey beni tekrardan o çukura sürüklüyordu. Ve yeryüzüne asla alışamamıştım. Kafamı kaldırıp çevreme bakındım. Hiç kimse yoktu ve üstüm başım sırılsıklamdı. İç çekip ayağa kalktım ve eve doğru yol almaya başladım.


Bitkin bir şekilde eve doğru yürüyordum ve taşı da elimde sıkıyordum. Boş gözlerle etrafıma bakındım. Sabah ki telaş yerini sakinliğe bırakmıştı. İstediğim tek şey ise Mari'yi alıp eve gitmekti. Buraya ait değildik ve daha fazla kalamazdık.


Kendi dünyamıza ihanet etmek ilk başta güzel bir şeymiş gibi gelse de, değildi. Buraya gelerek çok büyük bir hata yapmıştım. En başta pontus'un yeryüzünde yaşamam gerektiğini düşündüğünü sanıyordum. Ama artık olayın bu olmadığına adım kadar emindim. Bu gece Kabol'e bir şey demeden Mari'yi alıp gidecektim.


Kapıyı itip içeriye girdim. Merdivenlerden yavaş yavaş çıkarken Mari'nin bağırışını duymamla adımlarımı hızlandırıp kapıyı yumruklamaya başladım. Kapıyı kimse açmazken paspas'ın altındaki anahtarlar aklıma geldi. Titrek ellerimle anahtarı alıp kapıyı açmamla birlikte gördüğüm manzara beni şok etmeye yetmişti. Kabol, mari'yi sandalyeye bağlamış başında dikiliyordu. Elinde ise bıçak vardı. 


"Ooo, hoş geldiniz savilya hanım. Ya da şey  mi desem, annem ve babamın katili, benim de sürgün sebebim." Dedi ve bıçağı Mari'nin boynunda gezdirmeye başladı. "Kabol, onu bırak. O masum. A-ayrıca sen sürgün falan edilmedin." Histerik bir kahkaha atıp konuşmaya başladı. "Öyle mi dersin? Sürgün edildiğim duyulmasın diye on saat o aptal kralınızın önünde diz çöktüm." Sinirlenmemeliydim. Benim sinirlenmem Mari'nin zararınaydı. "Burada Mari'nin hiç bir suçu yok Kabol, onu rahat bırak." kafasını olumsuz anlamda salladı. "Annemin ve babamında hiç bir suçu yoktu, ama sen onları savunmadın, gerçeği söylemedin ve onlar senin yüzünden öldürüldü. Ve tekrardan senin yüzünde burada iğrenç bir hayat yaşıyorum." dedi ve yanındaki vazoyu bana doğru fırlatmasıyla hemen yere eğildim. Vazo duvara çarpıp paramparça olmuştu.


Bıçağı Mari'nin boynunda gezdirip konuşmaya başladı. "Şimdi savilya, ya taş, ya mari. seçim senin!"

SAVİLYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin