Bölüm - 26

197 12 3
                                    

HİKAYEYİ; Christina Perry - A Thousand Years Dinleyerek okuyun lütfen.  Bölüm her zamankinden biraz daha geç geldiği için üzgünüm. 

* * *

Gözlerimi zorda olsa açtım. Yataktan doğrularak oturdum. Etrafıma bakındığımda kimsenin olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Boğazımda tarif edilemez bir susuzluk vardı ve karnım gurulduyordu. Ayaklarımı yataktan sarkıtarak buz gibi zeminin beni ayıltmasına izin verdim. Ayağı kalkarak kapının yanına ilerledim. Kapıyı adeta yumruklarken kilidinin açıldığını duydum. Geri çekilerek giren kişiye baktım. Tabii ya, yine başka birisi vardı. Sinirli gözlerle bana bakmaya devam ederken konuştu.

"Ne var !" diye bağırdığında istemsizse yerimden hopladım.

"B-ben sadece su-susadım ve acıktım." gözleriyle beni süzerken bende onun kahverengi gözlerine bakıyordum. Saçları ve gözleri bana Justin'i hatırlattığı için gözüm dolmaya başlamıştı bile. Tek fark Justin'in gözleri beni büyüleyen bir renge sahipti.

"Ahh, kes sesini ve otur oturduğun yerde." ben o'na bakmaya devam ederken beni geriye doğru itti ve kapıyı yüzüme kapatarak kilitledi. Şimdi korkmaya başlamıştım işte. Arkamı dönüp yatağın ucuna oturdum.  Belkide ömümüm bu odada gerçekleşirdi. Beki bir daha Justin'i göremezdim. Annemi, Jack'i, Renee'yi, Robert, Luck ve Alec'i bir daha göremezdim. Bu düşüncelerim gözümden yaş akıttırmaya yetmişti bile. İçten içe parçalanıyordum. Burada, bu iğrenç yerde sonumu düşünüyordum. Bunları kimin yapabileceğini düşündüğümde aklıma istemsizce Roselyn, Amy ve Brandon gelmişti. Ürperdim. Bu kadarı da fazla değil miydi ? Bitsin artık şu oyun. Yataktan kayarak yavaşça yere oturdum. Dizlerimi kendime çekerek kafamı dizlerimin üstüne koydum. Her ne kadar ağlamak istemesemde sanki, gözlerim bana ihanet ediyordu. Ağzımdan bir hıçkırık çıkınca ağlamam daha çok şiddetlendi. Artık korkuyordum. Burada öleceğim ve kimseyi sönkez göremeyeceğim için korkuyordum. Dört duvarın arasında terk edilmiş bir hayvan gibi öleceğimden korkuyordum. Birkaç dakika sonra kapının kilidinin açıldığını duydum. Belkide Justin beni kurtarmaya gelmiştir diye düşünüp yüzümü kapıya çevirdim. Ne yazık ki düşüncelerim beynimin arasında boğulmaya devam ederken, kapının ardından yine aynı adam girdi. Elindeki tepsiyi masanın üzerine fırlattı. 

"Ye. !" diye emir verdiğinde ayağa kalktım ve masanın yanına koştum. Boğazım cidden yanıyordu. Suyu elime alarak içmeye başladım. Adam kapıyı kapattı fakat odadan çıkmamıştı. Onun yerine sandalyeyi kendine çekti ve oturdu. Ben yemeğimi yerken gözleri full benim üzerimde olduğu için hızlı yiyemiyordum. Birkaç dakika sonra sakin bir ses tonuyla konuştu.

"Korkuyorsun." 

"Ha-hayır."

"Kandıramazsın beni küçük prenses. Aklında ne var. ?" Sanırım onunla konuşabilirdim. Nedenini bilmiyordum fakat konuşarak içimdekileri dökmek istiyordum. Her ne kadar sert görünümlü biri olsa da bana yardım edebileceğini düşündüm. Ne kadar saçma, değil mi ? 

"Justin." bunu derken sade bir ses tonuyla konuşmaya özen gösterdim. Gözlerini bana kenetlemiş bakmaya devam ederken tekrar konuştum.

"Ailem." sesim biraz daha çatallaşmış şekilde çıktığında boğazımı temizledim. 

"Ve arkadaşlarım." Elimdeki yemeği tepsiye bırakarak karşımdaki kişiye döndüm. O'da bana acınası gözlerle bakıyordu. Bu kadar acınacak neyim vardı ? Karşımdaki kişi alayla sırıtmaya başladığında gözlerimin dolduğunu hissederek kafamı aşağı eydim. Hayır, şimdi ağlamanın sırası değildi. 

"Bana baksana, sen cidden korkuyorsun." dedi ve sırıtışını söndürdü. Bu sefer bana daha dikkatli bakmaya başladı. Kafamı onaylamaz şekilde salladım. Korktuğumu bilmemesi gerekiyordu. 

Uyuz.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin