25. Bölüm: Unutulmak İstenen Gerçekler

143 25 30
                                    


Her sabah gibi bu sabah da güneş, ışıklarını kalenin taş duvarlarına yansıtmıştı. Gri taş duvarlar ışıkla sıcak bir görünüm kazanıyordu.

Gökyüzü kızıl-mavi renkleriyle öğrencilere ve profesörlere görsel bir şölen sunuyordu. Bulutlardan bir nehir gökte süzülüyordu.

Süeda, yatakhanesindeki pencereden uzaklaşıp sandığına yöneldi. Saat daha çok erkendi. Neredeyse bütün kale uyuyordu.

Pijamalarını çıkarıp formasını giydi. Kahvaltı için henüz çok erken olduğu için bahçeye çıkmaya karar verdi. Mayıs ayındaydılar fakat yine de sabahları serindi. Üstüne bir hırka alarak biçim değiştirme avlusuna çıktı.

Ellerini göğsünde kavuşturarak hırkasını soğuk rüzgâra siper etti. Çeşmenin yanındaki bir banka oturdu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Avludaki çiçeklerin kokusu burnuna geldi. Harikulade kokuyordu.

Gözlerini açmadan ortamı dinledi. Kuşlar şarkı söylüyor, meltemle dans eden ağaçların hışırtıları da onlara eşlik ediyordu.

Birkaç günün hareketli geçmesinin ardından şu an yaşadıkları ona huzurlu hissettirmişti. Gözlerini hâlâ açmamışken arkasında birinin olduğunu hissetti. İki soğuk el gözlerini kapadı. Yüzü sorgulayıcı bir ifade aldı. Ellere dokunarak kim olduğunu anlamaya çalıştı.

"Işık?"

"Haha doğru tahmin"

Kız ellerini çektiğinde bankın önüne atlayıp muzip bir gülümsemeyle arkadaşına baktı. Yeşil gözleri ışıl ışıldı. Slytherin cübbesiyle müthiş bir uyum sağlıyordu. Işık'ın aksine Albus, daha yavaş adımlarla Süeda'nın önüne geçti.

Süeda onu beklemediği için iri gözlerini daha da açtı. Birkaç saniye Albus'u süzdükten sonra kafasını hafifçe iki yana sallayıp tekrar Işık'a baktı.

"Günaydın" Sesi istemeden soğuk çıkmıştı.

"Sana da günaydın" Işık'ın sesi ise daha hayat doluydu.

"Bakıyorum da Azkaban sana yaramamış." ardından bir kahkaha patlattı.

Süeda tek kaşını kaldırarak bir 'Ciddi misin?' bakışı attı. Aralarında Türkçe konuştukları için hiçbir şey anlamayan Albus, zümrüt yeşili gözleriyle iki kızın arasında mekik dokuyordu.

"Siz üçlü değil misiniz? Scorpius nerede?"

Işık biraz çekinerek söze başladı.

"Imm... Aslında buraya gelmemiz biraz bununla ilgili"

Süeda anlamaya çalışır gibi bir Işık'a bir Albus'a baktı.

"Fark etmişsindir. Scorpius'un eli senin yanındayken acıyor."

Albus Işık'ın sözlerinden devam etti.

"Ve biliyorsun...şu zihin bağı olayı var."

Konuşmanın nereye varacağını tahmin edebiliyordu. Ama cevabı kendi de bilmiyordu. Ağzını açmadan onları dinlemeye devam etti.

"Bir keresinde bu yara olayının kütüphanedeki elmayla başladığını söylemişti."

Sanki önceden planlamışlar gibi bir cümle Işık, bir cümle Albus söylüyordu. Konu farklı olsaydı onların bu hâline gülerdi.

"Yani 'o' kütüphane... Filch orada öldü. Ertesi sabahsa bir elma bulundu ve Scorpius'un dokunmasıyla onda yaralar açtı."

Süeda'nın bildiklerinden farklı bir şey anlatmıyorlardı. Amaçları şüphelerinin nedenlerini göstermekti.

Hogwartstakiler [Düzenleniyor]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin