Kafeden çıkıp eve yürümeye başladığımda saat epey geç olmuştu. Hava soğuk ve karanlıktı. Ayrıca ellerim de üşüyordu. Üzerime kalın bir şeyler almadığım için pişmanlık duymaya başlamıştım.Başımın üzerinde toplu olan sarı saçlarımı kırmızı paltomun içinden çıkarıp önümü ilikledim. Soğuktan kızaran ellerimi ceplerime sokmuş olsam da bir türlü ısınamıyordum. Her nefes alış verişimde dışarıya görünür bir şekilde duman yayılıyordu. Kar falan yağmıyor olsa da hava gerçekten fazla soğuktu.
Telefonumu ellerim arasına alıp babaannemden mesaj gelmiş mi diye bakındım. Sadece ondan bir mesaj vardı; hâlâ cevaplamadığım. Hâlâ da cevaplayamıyordum.
Gerçekten böyle şeyler yaşayan kişi Jungkook olsaydı, onu sevmeye devam eder miydim? Kalbime göre cevap vermek kolaydı. O hemen evet derdi. Fakat düşüncelerim buna engel oluyormuş gibi hissediyordum. Çünkü kalbim kırılırdı, hiç olmadığı kadar fazla kırılırdı ve kırık bir kalbin hâlâ sevmeye devam etmesi mümkün müydü? Gerçekten bilmiyordum. Bu soruya nasıl cevap vereceğimi hiç bilmiyordum.
Telefonun ekranını kapatıp paltomun cebine geri attım. Burnumun kızarmaya başladığını hissedebiliyordum ve hızlı yürümektense yavaş yürümeyi tercih ederek hasta olmayı hedeflemiş gibiydim. Bu sırada da birkaç gün önce yaşananları düşünüyordum. Jungkook'la o günden beri hiç konuşmamıştık ve bana bağırdığı zamandan beridir hiç gülememiştim. Nasıl gülebilirdim ki? Kalbim kırılmıştı. Sebepsiz yere evinden çıkmamı istemesi kaldırabileceğim bir şey değildi. Üstelik ben oraya ne umutlarla gitmiştim ki bunların hiçbirinden haberi yoktu. Umurunda olduğunu da zannetmiyordum.
İlk sokağı geçip kütüphanenin önüne vardığımda havadan gürültülü bir ses kopmuştu. Bu, yağmurun habercisiydi ve benim yanımda ne bir şemsiye vardı ne de paltomun şapkası mevcuttu. Kısacası sırılsıklam olup eve dönmenin yolu bana çok açık bir şekilde görünmüştü.
Şimşek çaktıktan saniyeler sonra yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı ve birkaç dakika içinde sırılsıklam olan saçlarımla adımlarımı hızlandırdım. Evimden 1-2 sokak aşağıdaki market gözlerime iliştiğinde ellerimi alnıma siper ederek hemen içeri girmiştim.
Işıklar gözlerimi yoruyordu ve içerisi, sandığımdan daha boştu. Marketin kapanmasına tahminen yarım saat falan kalmış olmalıydı. Reyonların arasına ilerleyerek üç kutu ramen almak için yukarıya uzandım. Alnımdan burnuma ve dudaklarıma doğru yağmur damlaları süzülüyor ve boyum ramenlere uzanmak için fazla kısa kalıyordu. Parmak ucunda durup ulaşmaya çalışsam da faydasızdı.
Son bir kez daha denemeye karar verdiğimde arkamda uzun bir beden hissettim ve birkaç dakikadır ulaşmaya çalıştığım ramenleri elleri arasına almasına şahit oldum. Sertçe yutkunarak arkamı döndüğümde dibimde biten uzun bedenin tanıdık yüzü kalbimde bir çarpıntıya sebep olmuştu.
"Merhaba..." dedi buruk bir gülümsemeyle. Ardından üst üste dizili iki kutu rameni bana uzattı yavaşça.
Hızla gözlerimi ondan kaçırıp belli belirsiz teşekkür ettim ve uzattığı ramenleri aldım. Ona kızgın ve kırgındım, basit bir merhabayla tüm bu yaşananları unutturamazdı. Çünkü bu diğerleri gibi değildi. Bazen benim de duygularım olduğunu unuttuğunu düşünüyordum.
İki reyon arasındaki mesafe o kadar dardı ki bana ramenleri almak için yaklaştığında hissettiğim yakınlık hiç değişmemiş gibiydi. Önünden çekilmek için attığım bir adımda elini yavaşça reyona yasladı ve gitmeme engel oldu. Aslında daha doğrusu, kaçmama engel olmuştu.
"Konuşmamız gerekiyor," dedi sert bir ses tonuyla. Emir veriyor gibiydi ve ondan kaçıyor olmam hoşuna gitmemişti. "Lütfen."
Çene hizamda duran kolundan uzaklaşarak bir cesaretle ona döndüm. Sadece küçük burnunun üstünde su damlacıkları vardı fakat siyah hırkasının şapkası sırılsıklam gözüküyordu. Uzun bir yürüyüşten kuru çıkan tek parçası saçları ve yüzüydü anlaşılan.
"Sana kırılmadığımı söylemiştim. Ama bunu abartacağını hiç tahmin edemedim. Bence konuşacağımız hiçbir şey yok Jungkook. İyi geceler." Diyerek kolunun altından geçip ondan kurtuldum ve elimdeki ramenlerle birlikte kasaya ilerledim.
Bu cümleleri nasıl kurduğuma dair hiçbir fikrim yoktu.
Peşimden gelip ellerini pantolonunun ceplerine koydu ve yanımda dikilmeye başladı bu sefer. "Sen hiç pişman olacağın şeyler yapmaz mısın?" Dedi fısıldarcasına.
O an ramenleri poşete doldurmaya bir son verip kaskatı kesilen vücudumla Jungkook'a döndüm. Hiçbir ifade belirtmeyen yüzüyle gözlerimin içine bakıyordu ve kalbimi büyük bir korku sarmıştı. Bu soru, öylesine tanıdıktı ki istemsizce kaşlarımı çatıp dudaklarımı aralamıştım. Düşünmek istemiyordum; hiçbir şey düşünmek istemiyordum.
Kendime gelip ramenleri poşetledikten sonra arkama bile bakmadan marketten çıktım ve hızla yürümeye başladım. Yağmur durmamış, aksine hızını arttırmıştı fakat şu an ne kadar ıslandığımla ilgilenmek düşüneceğim en son şeydi. Çünkü üzerimde nedensiz ve ağır bir korku mevcuttu.
"Rose!" Diye seslenip kolumu kavradı sonunda. Bedenimin kendisine çevrilmesine sebep olduğunda ağlamamak için direndiğimi fark etmiştim.
Şapkasını takmamıştı. Dalgalı saçlarının ıslanmasına izin vererek peşimden gelmiş ve koyu gözlerini gözlerime dikmişti. Bir şeyler söylemek istiyor fakat doğru kelimeyi bulamıyor gibi kıvranıyordu karşımda.
"Özür dilemek artık bir şey ifade etmiyor ama söyleyecek pek bir şeyim de yok," dedi. "Seni kırmak istememiştim. Hiç istemedim."
Kolumu tuttuğu elini bırakması için bir çaba sarf etmedim. "Biliyorum, önemi yok. Hiçbir şey yapmasan da senin yüzünden ölüyor gibiyim zaten."
Şaşırmasını bekledim. Hiçbir tepki vermeden öylece durdu karşımda. Biliyordu. Ondan deli gibi hoşlandığımı oldukça iyi biliyordu.
"Neden hiçbir şey söylemiyorsun?" Diye sordum. Buna bir son vermek istediğimi biliyordum artık.
Kolumdaki elini gevşetti ve bileğimi kavradı nazikçe. Yüzündeki, bedenindeki, ruhundaki her bir duygu kırıntısı kavramsızdı. Tam yolun ortasında, deli gibi yağmurun altında durup ondan bir cevap beklerken ne kadar aptal olduğumu düşündüm. Çünkü bir cevap vermeyecekti; konuşmaktansa, göstermeyi tercih ederdi o.
Fakat ne gösterdi ne de konuştu. Bana doğru birkaç adım attı ve kollarını, parçalara ayrılacak kadar zarif bir vazoymuşum gibi bedenime sardı. Bunun ne anlama geldiğini bilemedim, sadece çok iyi hissettirmişti ve sonsuza kadar böyle kalabilmeyi dileyerek ben de kollarımı onun beline sardım.
Sanırım artık ona, ne cevap vereceğimi biliyordum.
—
böyle bölümler yazmayı daha çok seviyorum sanırım :)) siz ne düşünüyorsunuz?? ♡
oy sınırı: 50 ♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
god knows how i loved • rosékook ✓
Fanfictionco_okie: beyaz tişörtün altına siyah iç çamaşırı giyilmez. start: 30.07.20 finish: 02.04.21 texting.