Şaşkınlığı ve hoş hissettiğim güzel duyguları birbirine karıştırdım. Kalbim göğüs kafesimi delip geçti; konuşamadım. Tek kelime bile edemiyordum. Öylesine tuhaf hissediyordum ki karşısında durup ona neden bunu yaptığını bile soramadım.Ellerini sertçe başımın iki yanındaki duvara vurmuştu. Pişmandı. İri gözlerimle ona bakarken salonun ortasında dolaşıp saçlarını karıştırıyordu sinirle.
Neden pişmandı ki? Onu kötü mü hissettirmiştim? Hoşuna gitmemiş miydi?
Belki de sadece sarhoş olduğu için ani duygu değişimleri yaşıyor ve ne yapacağını bilemiyordu. Hoş, bunu gerçekten ben de bilmiyordum.
Sertçe yutkunarak sırtımı duvardan ayırdım ve titreyen bacaklarımla yanına adımladım. Hâlâ ona kızamıyor olmak gibi bir zayıflığım vardı ve bunun önüne geçemiyordum. Avuçlarımı sıkmaya devam ederken kavrulan dudaklarımı birbirine bastırdım ve önüne geçtim.
O kadar gergin gözüküyordu ki onu sakinleştirmek için kendimden büyük bir cesaret alarak karşısında durup gözlerinin içine bakmıştım. Eğer sarhoş olduğunu bilmesem bunu kesinlikle yapamayacağıma emindim. Üstelik bu olaydan sonra, asla.
Damarlı ellerini saçlarının arasından çekip yavaşça bedeninin iki yanına sarkıttı. Gözleri kan çanağı gibiydi; bunu neredeyse zifiri karanlık olan bu salonda bile fark edebiliyordum.
"Özür dilerim," dedi sakinleştiğinde. Ellerini siyah eşofmanının ceplerine sokuşturmuştu ve şu an gözüme o kadar çekici geliyordu ki tekrar dudaklarının tadına bakabilmek için her şeyimi verebilecek vaziyetteydim.
"Sorun değildi." Omuz silktim ve gülümsedim. Bunu söylerken sesim çatallaşmıştı fakat gülümsemem gerçekti.
Hâlâ alkolün etkisindeydi ve bedenini zar zor ayakta tutabildiğini fark ettiğimde yavaşça koluna girerek onu koltuğa oturtmuştum. Aslında odasına götürmeyi planlıyordum ancak ben daha harekete geçmeden koltuğa sırt üstü uzanıp acıyla inlemişti bile. Ben de direkt olarak ayakkabılığın yanında duran büyük dolaptan bir battaniye avuçlayıp yanına geri döndüm ve üzerini örttüm. Çünkü gözlerini kapatıp uykuya dalmak üzere bir hâl alması saniyeler bile sürmemişti ve ben bu cüsseyle Jungkook'u odasına kadar taşıyabilmemin imkansız olduğunu zaten biliyordum.
Gözlerini kapattığında koltuğun yanına oturarak ellerimi önümde birleştirmiş bir şekilde onu izlemeye başlamıştım. Daha sonra dirseklerimi dizlerime, ellerimi de çeneme koyup ona daha da yakınlaştım ve o şekilde izlemeye devam ettim. Bir eli başının altındaydı ve diğeri koltuktan sarkıyor, bacağıma temas ediyordu.
Yüzümdeki gülümsemeyi bir türlü silemezken belli belirsiz dudaklarını kıpırdatmış ve, "Sen uyumayacak mısın?" Diye sormuştu.
"Uyuyacağım," dedim. "Sen uyuduğunda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
god knows how i loved • rosékook ✓
Fanficco_okie: beyaz tişörtün altına siyah iç çamaşırı giyilmez. start: 30.07.20 finish: 02.04.21 texting.