Çelik kapıyı yavaşça kapattı ve mutfağa ilerledi. Ellerim dizlerimin üzerinde, gergin bir şekilde salonun koltuklarında oturuyordum.İnsanların değişmiş olabileceği düşüncesi bazen kafamın derinliklerine oturur ve bana onlara inanmam gerektiğini söylerdi. Fakat her inanışımdan sonra hayal kırıklıklarıyla eve döner ve yatağıma uzanıp aptallığıma ağlardım. Bu, hiçbir şeyi değiştirmiyor olmasına rağmen sanırım duygusal birisiydim. Güçlü değildim; gözyaşlarımı pınarlarımda tutamıyor, acılarım karşısında hemen yanaklarımın ıslanmasına izin veriyordum. Söz konusu Jungkook olduğunda ise bu düşüncelerimin hepsi sözden ibaretti.
"İçecek bir şeyler ister misin?" Diye sordu mutfaktan seslenerek.
Cevap vermeme gerek kalmadan elinde iki büyük bardakla birlikte yanıma gelmişti. Limonata dolu olan bardağı önüme, bira dolu bardağı da kendi önüne koyduktan sonra koltukta arkasına yaslandı ve derin bir nefes verdi dışarıya. Banyodan sonraki o güzel uykuya ihtiyacı varmış kadar yorgun gözüküyordu.
Havlusu hâlâ boynunda asılıydı ve koyu renk saçları tatlı bir ıslaklıkla alnına dökülüyordu. Ben ise dirseğimi koltuğun yanına yaslamış, elimi de çeneme koymuştum ve bir sanat eseriymiş gibi onu izliyordum.
"Dağınıklık için üzgünüm," dedi aniden. "Toparlamaya pek zaman olmuyor."
Evden bahsettiğini anlayınca istemsizce etrafıma bakınmıştım. Aslında çok kötü sayılmazdı. Sadece koltukların üzerinde Jungkook'un eve geldiği gibi üzerinden çıkarıp attığı tişörtleri ve mutfak tezgahının üzerinde de sayamayacağım kadar fazla alkol şişesi mevcuttu. Bir de oturduğum ikili koltuğun sol tarafında bir yastık duruyordu.
"Sorun değil," diyerek başımı sağa sola salladım ve gülümsedim. Zaten içeri girdiğimden beri hep gülümsüyordum. Sonra boğazımın kuruduğunu hissederek limonataya eğildim ve bir yudum aldım. O da benimle eş zamanlı olarak sehpanın üzerinde açık bir şekilde duran kaptan kurabiye alıp ağzına atmıştı.
Birkaç dakika sonra kapı çaldı. Hızla ayaklanarak kapıya yürüdüğü zaman ben de koltuğun sırt kısmından yardım alarak kimin geldiğini görmek adına arkamı dönmüştüm.
Karadut siyahı saçları beline kadar uzanan, genç gözüken bir kadın belirdi karşısında. Üzerinde ince vücudunu saran dar bir bluz, altında da mavi kot bir pantolon vardı. Yüksek topuklu ayakkabısıyla bile Jungkook'un boyuna erişemiyordu fakat ona rahatça sarılabilmek için yeterince uzundu.
"Başka birisini bekliyordun herhalde," Diyerek içeri girdi genç kadın. Gözlerimiz buluşunca hafifçe gülümsedi ve cümlesini devam ettirmeye karar verdi. "Ya da zaten birisini çoktan bulmuşsun."
"Hayır hayır," diyerek ayağa kalktım ve algıladığı yanlışlığı düzeltmek istedim. "Biz sadece komşuyuz." Bunu söylemek bile çoğu zaman boğazımın düğümlenmesine neden oluyordu.
Jungkook kapıyı sertçe kapattı ve ciddileşen yüz ifadesiyle yanımıza geldi. Omzundaki havluyu çekiştirip koltuğun üzerine attığında bir şeylerin ters gidiyor olduğunu biraz geç fark etmiştim.
"Gördüğün gibi, evde zaten bir misafirim var Yui."
"Bir misafire daha yerin olduğunu düşünüyorum," dedi genç kadın ve gözlerini üzerimden çekmeyerek birkaç dakika önce Jungkook'un oturduğu tekli koltuğa bacak bacak üstüne atarak oturdu. "Zaten çok kalmayacağım. Sadece sana ufak bir haber getirdim."
Yerime tereddüt ederek oturdum ve sertçe yutkundum. Bu kadının kim olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu fakat Bayan Jeon'un ya da Jungkook'un arkadaşı veya akrabası falan olmadığına fazlasıyla emindim.
"Bu tatlı kızın adı ne?" Diye sordu daha sonra. Yüzündeki hafif makyajıyla bile bizden oldukça büyük duruyordu.
"Rose." Dedim gülümseyerek. Haddime değildi fakat kendimi tutamayarak, "Siz Bayan Jeon'un arkadaşı olmalısınız. Gerçekten çok genç gözüküyorsunuz." Dediğimde Jungkook'un dudakları arasından fazlasıyla eğlendiği bir kıkırdama yayılıvermişti. Aslında Bayan Jeon'dan genç gözüktüğü apaçık belliydi. Yanlış bir şey mi söylemiştim?
Kadının yüzündeki gülümseme ciddiyete bürününce benimle ilgilenmeyi bırakıp oturduğu yerde çantasına uzanmıştı. İçinden kare, siyah bir kağıt parçası çıkarıp ayağa kalktı ve Jungkook'un elleri arasına tutuşturup kulağına eğilerek bir şeyler söyledi. Ona bu kadar yakın durabilmesini deli gibi kıskanmıştım; hiçbir zaman bunu yapamayacak olmamın üzüntüsüyle gerildim, ellerimi birbirine kenetledim ve kaşlarımı çattım.
Kadın, kapıyı açıp bana son bir bakış attıktan sonra evden çıktı. Jungkook'un yüzünde şaşkınlık, korku ve sinir karışımı duyguların görüntüsünü alıyordum. Avuçları arasındaki kağıdı buruşturdu ve çelik kapıya fırlattı. Bağırmamak için kendisini tutuyordu ve ellerini saçları arasından geçirip ileri geri yürümeye başladı salonda.
Endişelenerek yanına adımladım. Fakat ne söyleyecektim ki? Yaşananlardan bir şey anlayabilmiş miydim? Kesinlikle hayır. Yine de sinirini yatıştırabilmek için bir şeyler yapabilirdim.
"Jungkook, iyi misin?" Diyerek birkaç adım daha attım.
Olduğu yerde durdu. Gözlerimin içine bakıyordu şimdi. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki korktuğumu hissetmeye başlamıştım. Tüylerim diken diken oldu ve nefes almayı bıraktım o an için.
"Çık." Dedi sertçe. "Evine git Rose."
"B-Ben bir şey mi yaptım?"
Kolumu sertçe kavradı ve diğer eliyle kapıyı işaret edip yüzüme doğru nefretle bağırdı. "Çık dışarı diyorum Rose!"
Vücudum kaskatı kesilip ellerim titremeye başlamıştı. O kadar çok korktum ki sağ yanağımdan çeneme doğru süzülen sıvıyı fark edememiştim. Neden? Gerçekten, bir şey mi yapmıştım? Ya da o kadın ne söylemişti de sinirini benden çıkarıyordu?
"Hâlâ neyi bekliyorsun?" Diye sordu bu sefer. Kolumu tuttuğu elini bıraktığında kıpkırmızı kesilen yeri ovmaya başlamıştım.
Titreyen bacaklarımı kapıya doğru yavaşça ilerletmeye başladım sonra. Kalbimin üzerine tonlarca ağırlık konulmuş gibi hissediyor ve ağlamama engel olamıyordum. Kapıyı açıp dışarı çıktım ve sert rüzgârın tenime nüfuz edip saçlarımı uçurmasına izin verdim. Başımı rüzgâra doğru çevirmiştim.
Kadın, siyah spor arabasının içinde beni izliyordu. Gitmemişti. Dışarı çıkmamı beklemiş, bu hâlimi görmek istemişti. İstediğini aldıktan sonra da basıp gitti. Fakat yüzünde istediğini alıp o zevki tadan birisinin ifadesi yoktu. Aksine, neden her şeyi iyiliğim için yapıyormuş gibi gözükmüştü?
—
ŞİMDİ OKUDUĞUN
god knows how i loved • rosékook ✓
Fanfictionco_okie: beyaz tişörtün altına siyah iç çamaşırı giyilmez. start: 30.07.20 finish: 02.04.21 texting.