Öncelikle, of... Nasıl ve ne diyeceğimi bilemiyorum. Sonunda final, değil mi? Çok bekledim, beklettim, oldukça uzun bir ara verdim. Üzgünüm. Hâlâ buradaysanız, bu bölümün sizi tatmin edebilmesi için elimden geleni yaptığımı belirtmek isterim. Üzücü şeylerden hep nefret ettim ama ne yazık ki yalnızca bu konuda kendimi iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Keyfinizi yerine getirmeyecek ama final işte, hangi son iyidir ki?Fazla uzatmayayım, değer verdiğiniz için sonsuz teşekkür ederim. Bu kadar okunmasını bile hayal etmiyordum. Sizi seviyorum ve kalbinizden öpüyorum. İyi okumalar...
şarkı: bon iver, roslyn.FİNAL
13 ekim,
Rose.Yıkılmanın eşiğindeki bir bina gibi sallanıp durmak dışında yapabildiğim tek şey düşünmekken böylesine mahvolmuş birisi hâlâ nasıl yaşıyordu ki? Neyim vardı, neyim kalmıştı? Zavallının tekiydim, zavallının tekiyim.
Öpmek neden bu kadar zor gelmişti ona? Midesini mi bulandırıyordum? Benden nefret mi ediyordu? Bütün bunları ona sormaya hakkım var mıydı?
Adımlarımın nereye gittiğini bilmesem de aklımın gittiği yer yalnızca onun yüzüydü. İncindiğimi görmek onu üzüyordu, biliyordum ama bu yalnızca arkadaşçaydı. Gitmeme izin vermemesini istemiştim. Sadece beni durdurmasını istemiştim çünkü bugünün verdiği acıyı yalnızca o bastırabilirdi. Anne ve babamın verdiği ölüm acısını yalnızca Jungkook unutturabilirdi. Biliyordum işte, başka kimim vardı ki? Babaannem yetmiyordu bana. Bencillik miydi bu? Daha fazlasını mı istiyordum? Jungkook neden bu kadar özeldi?
Yürümeye devam ettim. Nefesim kesilene kadar yürüdüm. Aklımda Taeyong'a uğrama gibi bir düşünce olmamasına rağmen şimdi onun evinin sokağındaydım ve burada ne işim olduğunu bile bilmiyordum. Belki de yalnızca beni tutacak bir ele ihtiyacım vardı.
Ağladığımı rüzgâr fark ettirmişti. Taeyong'un kapısını çalarken suratıma çarpan esinti, dağınık saçlarıma bile saldırıyordu. Kirpiklerim birbirine yapışmıştı.
"Rose?" Diyerek kapıyı açtı Taeyong. "Ne oldu? Neden ağlıyorsun? İçeri gel hadi, içeri gel."
Tek kelime dahi etmeden içeri girdim. Bu konularda anlayışlıydı ve anlatmak istemezsem de daha fazla bir şey sormayacağını biliyordum. Sanırım bu yüzden buradaydım. Ağlayacak sıcak bir yerler arıyordum. Mezarlıkta ağlamaktan sıkılmıştım. Zayıflık beni tüketiyordu.
Beni salondaki bir koltuğa oturttu ve önüme sıcak bir kahve koydu. Karşımdaki yerini aldığında gözlerinden okunan endişeyi fark edebiliyordum. Evi sıcak ve renkliydi. Panjurlardan içeri sızan akşam güneşinin rengi hoşuma gitmişti. Bulanık bakan gözlerimdeki hüznü fark edebiliyor muydu acaba?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
god knows how i loved • rosékook ✓
Fanfictionco_okie: beyaz tişörtün altına siyah iç çamaşırı giyilmez. start: 30.07.20 finish: 02.04.21 texting.