jeonkook: 4. haftadayız.jeonkook: 1 ay oldu, yoksun.
jeonkook: polisler hiçbir bok bulamıyor ve ben de onlardan farklı değilim.
jeonkook: dün gece annemle konuştuk ve ne kadar sinirlendiğimi tahmin bile edemezsin.
jeonkook: "o öldü, bu temiz ruhun peşini bırak." dedi bana.
jeonkook: cesedini bulana kadar öldüğüne inanmayacağımı söyledim.
jeonkook: sadece tatil yapıyorsun, kimsenin olmadığı bir yerde kafanı dinliyorsun ve her şeyden uzaksın.
jeonkook: telefonun yanı başında.
jeonkook: internetin bitmiş ya da şarjın artık dayanmıyor, bu yüzden de cevap vermiyorsun.
jeonkook: ölmediğini biliyorum.
jeonkook: beni bırakıp gitmezsin.
(İletildi 10.42) ✔️
jeonkook: okuldakiler de öldüğünü düşünüyor.
jeonkook: dolabının kapağına çiçekler yapıştırmaya başladı siktiğimin herifleri.
jeonkook: her sabah dayanmaya çalışarak okula gidiyorum ve dolabına yapıştırdıkları çiçekleri sökerek çöpe atıyorum.
jeonkook: bir boktan haberleri yok ve şimdi sana değer veriyorlarmış gibi davranmaları sinirlerimi bozuyor.
jeonkook: şimdi de yoldayım ve okula yürüyorum.
jeonkook: gidip sahte çiçeklerini sökeceğim, endişelenme.
(İletildi 10.43) ✔️
•••
Okul binasından içeri girerken her zaman olduğu gibi ruhsuzdum. Omzuma asılı olan çantamda yalnızca bir defter olsa da vücuduma büyük bir ağırlık yapıyor gibiydi. Rose'ye mesaj attıktan sonra cebime koyduğum telefonumla birlikte onun dolabının olduğu koridora yürümeye başlamıştım.
Dolabın önünde büyük bir kalabalık vardı bu sefer. Çiçeklerden daha fazlasını yapıyor olduklarına inanmak istemiyordum fakat aptal bir çocuğun, karşısındaki kalabalığa bağırarak Rose'yi anma konuşması yapması sinirlerimi aniden yükseltmişti.
Kalabalığın en arkasına ilerledim; konuşma yapan çocuğun ağzının ortasına bir yumruk indirmek için ilerliyordum fakat birkaç kişi güçlü bir şekilde beni kollarımdan çekti ve aralarında Bay Geum da vardı.
"Soktuğumun ellerini üzerimden çek!" Diye bağırdım beni tutan bedenlere karşılık.
Bay Geum, ellerini omzuma koymuştu ve yüzünde anlamlandıramadığım acı dolu bir gülümseme belirdiğinde beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Fakat bunun için çok geç olduğunu söylemek istedim. Her şey için çok geçti. Hiçbir şeyin farkında değiller miydi?
Son birkaç gündür hiç uyumadığım için kıpkırmızı kesilen gözlerimle etrafıma bakınmaya başladım. Kalabalığın şaşkın bakışlarına maruz kalmaktan daha kötü bir şey varsa o da sahte acıma duygularını hissetmekti.
"Öğretmenler odasına gidelim Jeon, hadi." Dedi Bay Geum.
Sakinleştiğimi sanmalarını istediğim için derin bir nefes alarak onu başımla onaylamıştım. Sonra kollarımı tutan öğrenciler ellerini serbest bıraktı. Herkes büyük bir rahatlamayla nefes verdiği anda konuşma yapan çocuğa uzanarak yakasından çekiştirdim ve suratının ortasına, gerçekten suratının tam ortasına, sert bir yumruk indirerek koridorda çığlıklar atılmasına sebep oldum.
İşte buna rahatlamak deniyordu.
"Siktir!" Diye bağırdı yerde, burnundan kan gelip acıyla inleyen çocuk.
Gülümsedim. Gerçekten gülümsedim ve elimin acısını bile unutmamı sağladı bu. Sonra bir daha üzerine atılıp ikinci yumruğu atacağım sırada neredeyse 6-7 kişi kollarıma sarılarak beni çocuğun üzerinden çekiştirmeye başlamışlardı. Haksız sayılmazlardı; tutmasalar öldürene kadar döveceğimi biliyordum. Onlar da biliyorlardı.
"Herkes derhal sınıflarına!" Diye bağırdı Bay Geum. Yüzü sinirden kıpkırmızı kesilmişti.
Beni tutan çocukları ittirmeye çalışırken ağzına kan dolan çocuğu da revire götürmek için ayağa kaldırdılar.
"Jeon," dedi çatık kaşları ve sert sesiyle. "Sen de öğretmenler odasına. Şimdi."
Paytak adımlarını hızla inip kalkan göğsümle takip edip öğretmenler odasına yol aldım. İçeri girdiğimde gördüğüm o kasvetli hava hoşuma gitmişti fakat şu an bir uyuşturucu bağımlısı gibi gözüktüğüm için öğretmenlerin bakışları pek hoş değildi.
Bay Geum, beni masasının önünde duran sandalyenin üzerine oturtup karşıma geçti. Kaşları hâlâ çatıktı ve, "Hiç iyi değilsin sen." Dedi. "Şu hâline bak Jeon Jungkook. Bir ölüden farklı olarak yaptığın tek şey nefes almak. Şu sıralar ondan bile şüpheliyim."
"Az önce bir piç dövdüm. Bence gayet yaşıyorum efendim."
"Küfür etme," diye uyardı. Sonra buruşuk ellerini şakaklarına koyarak dirseklerini masaya yaslamıştı. "Bir insanın yokluğunu kabullenmek zordur. Seni anlıyorum. Ama bu hırçınlığının bir sonu yok mu? Sence de artık durman gerekmiyor mu Jeon?"
Dişlerimi sıktım. Küfür edip kravatını kavrayarak ona, "Rose ölmedi yaşlı herif." Diye bağırmak istiyordum. Fakat bunun yerine sadece gözlerim bulanıklaşmış ve sanki uzun süredir içimde tuttuğum gözyaşı kovası sona ulaşmıştı ve damlalarını kuru yanaklarıma akıtıyordu. Kendimi sıktığımı hissediyordum. Tek bir gözyaşı bile yanağıma düşerse kendimi durduramayacağımı düşünüyor bu yüzden sert ifademi korumaya çalışarak Bay Geum'a bakıyordum.
En sonunda kafamı çevirdim ve sol yanağımdan çeneme ulaşan gözyaşını hızlı bir şekilde silerek bakışlarımı yaşlı adama geri döndürdüm; hiç ağlamamış gibi.
Fakat en kötüsü de, ağlamamı gerektirecek şeyin gerçek olmasından korkuyor olduğumu bilmek olmuştu.
—
Oy sınırı koymuyorum ama lütfen oylarınızı ve yorumlarınızı düşürmeyin ;( üzülmekteyim.
Ayrıca finale çok az kaldığını da hemen şuraya yazayım. Kalbinizden öpüyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
god knows how i loved • rosékook ✓
Fanfictionco_okie: beyaz tişörtün altına siyah iç çamaşırı giyilmez. start: 30.07.20 finish: 02.04.21 texting.