Üç dakika, kırk iki saniye.
Şeytanın gölgesiyle yıldızların altında, saçma bir ritimle, attığımız her bir adımda hüzün kokan çiçeklerimin solup, yerine sevgisini ektiği çiçeklerin yeşermesini sağlayan dansımız üç dakika kırk iki saniye sürmüştü.
Mutluluğa sığan, huzuru her salisesinde tattıran, aklımı kaçırmama sebebiyet olacak kadar büyük bir sevginin gözlerinden taşıp, altında durduğumuz ağacın toprağına tohumlarını ekmesini sağlayan üç dakika kırk iki saniye.
Ruhumda anneme karşı olan boşluk hala benimleydi, fakat o boşluğu kendisiyle dolduran Xiao Zhan, kara deliği hissetmemi engelliyordu. Bana gelebilirsin demişti. Kendimi ardımda bırakıp gitmeleri günah kılarak ona gelmiştim bende. Annemi ardımda bırakmıştım, zihnimi bırakmıştım, derimi etimden ayırıp gelmiştim ona.
Çantasından çıkardığı kalemle beraber küçük not kağıtlarını, kemikli elleri ile yavaşça kenara bırakıp elindeki albüm kapağını aralarken tek yaptığım onu izlemekti. Yan yana oturmuştuk, bağdaş kurduğum bacaklarımın dizleri dizlerine değiyordu.
"Seni sevdiğimi anladığım ilk gün, bu parkta yıldızları izliyordum." dedi sakince.
Renkli not kağıtlarını birbirinden ayırırken aniden gelen itiraf midemin kasılmasını sağlamıştı. Gözlerim yüzünün her bir hareketini izliyordu. Dudaklarının köşesi utançla kıvrılmış, gözleri o güne gitmiş gibi ışıltılarını arttırmıştı.
"Çocuktum, sana uzanmaktan deli gibi korkuyordum ama seninle bir şeyler paylaşmak isteyen tarafımı da susturamıyordum." Dudaklarından kaçan kıkırtıyla beraber istemsizce gülümsedim. Sessizce iç çekip başını hafifçe iki yana salladı.
"O gün yanıma bu albüm defterini, bu not kağıtlarını ve bu kalemleri getirdim. Yıldızları izleyip, albüm defterini sanki seninle gerçekten bir şeyler yaşamışız gibi heyecanla doldurdum." bir kıkırtı daha dudaklarından kaçarken, gözlerini bana çevirdi. "Aptalca, değil mi?"
"Hayır." Kafamı hızla iki yana salladım. Xiao Zhan'ı burada, ağacın altında oturup bir anı defterini benimle kurduğu hayallerle doldurması sıcacık yapmıştı içimi. Yanaklarını parmaklarımın arasında sıkıştırmamak için kendimi zor tutmak zorunda kalmıştım. "Hayır, hiçte aptalca değil. Çok masumca."
Dudaklarını birbirine bastırıp yüzümü izledi bir süre. Gözleri gözlerimi izledi, ardından ışıltıları buruk bir şekilde sönerken yanaklarıma indirdi bakışlarını, çenemdeki silik tırnak izlerini izledi. Gözlerinin dokunduğu her yeri okşadığını hissetim, gerçekten hissettim, kalbim titredi.
"O gün buraya hayallerimi yazmak beni o kadar rahatlatmıştı ki... istediğim her şeyin yaşanma ihtimali gözlerimin önündeydi ve ihtimali bile delicesine mutlu olmamı sağlamıştı. İstediğim şeyi biliyordum, ona ulaşırsam yaşayacağım şey bu defterdeydi ve yapmam gereken tek şey hayallerime uzanmaktı."
Bacaklarında duran albüm defterini açtı fakat bana ilk sayfayı göstermeden önce yanında getirdiği polorid kamerayı doğrulttu aniden yüzüme. Ben ne olduğunu anlamadan çoktan şaşkın yüzümün fotoğrafını sırıtarak çekmiş, yüzümdeki ifadeye karşı kahkaha patlatmıştı.
"Neden böyle bir şey yaptın?" dedim gülerek. Anlamamıştım, ama hoşuma gitmişti. "Güzel çıkmadım."
Ama beni umursadı bile. Çevik parmakları fotoğrafı ilk sayfaya yerleştirmiş, yüzündeki gülümseme daha da büyümüştü. Yaptığı işten memnun bir şekilde döndürdü defteri bana.
"Seni kötü çıkarabilecek bir kamera henüz yapılmadı. İşte, ilk sayfaya seni buraya getireceğimi yazmıştım."
Fotoğrafımın hemen altında duran dağınık el yazısı gülümsememe sebep olmuştu. Albüm defterini elinden alıp, yüzümdeki gülümsemeyi silmeden çevirdim sayfaları. Okuduğum her sayfada ona karşı hissettiğim sevgi boğazıma kadar taşıyor, şeytanın gölgesi burada bunları yazarken ona karşı sergilediğim davranışların canını ne kadar yaktığını düşününce boğazıma yumrusu oturuyordu. Masumdu, çocukçaydı ama yetişkinler gibi realist ve ciddi olamayacak kadar çocuktuk ikimiz de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dancing With Devil.
FanfictionOnun zihni kirli ve elleri üzerimde, Oh, evet sen şeytansın ve beni de yakacaksın. Geceyi tutuştur, bu bizim sırrımız, Çünkü iyi çocuklar sadece iyi adamlarla takılır.