Hayatım boyunca yoluma devam etmek için sürekli bir şeylere tutunmaya ihtiyaç duymuştum. Kelimelerim yasaklandığında, şiirlerin özgürlüğüne sığınmıştım. Kendi dünyamda tutsak edildiğimde, kitapların evrenlerine yolculuk etmiştim. Küçük prensle beraber kendi gülümü aramış, Suç Ve Ceza'nın "Anlıyor musunuz, anlıyor musunuz sayın bayım, bir insanın artık gidebileceği hiçbir yerinin olmaması ne demektir anlıyor musunuz? Çünkü insanın gidebileceği hiç değilse bir yerin olması gerekmez mi ?" Satırında karakterle beraber gidebileceğim bir yol aramıştım. Belki bir çıkış, belki de içinde kayıp parçalarımı bulabileceğim bir ev. Melodilere sarılmıştım, şarkıların sözlerine tutunmuştum güç bulabilmek için ama sürekli aramıştım. Neyi aradığımı bilmeden, sadece kör ve dilsiz bir şekilde dolanıp durmuştum soğuk sokaklarda.
Seni seviyorum.
İki kelime, söylemesi sadece üç saniye. Kafamı yastığıma koyduğum an, heyecandan uyuyamazken ve şafağın söküşünü izlerken, tüm o süre boyunca düşündüğüm bu iki kelimeydi soğuk sokakları ısıtan.
Penceremden odama sızan güçsüz güneş ışığı, çalışma masamın üzerine koyduğum anahtarı belli belirsiz aydınlatmıştı. O küçücük aydınlanmaydı aslında arayışımın sonlandığını bana gösteren. Neyi aradığımı anlamış, anlamakla kalmamış, avuçlarımın arasında olduğunu hissetmiştim. Anlamıştım da, bunca zamandır bu iki kelimenin varlığına ihtiyacım olduğunu anlayamayacak kadar yabancı oluşum acıtmıştı biraz da canımı.
Küçük Prens'le aradığım gül aslında yeşermemişti bile. Bulamıyorum diye uykumdan olduğum gülün açmasına izin vermemiştim tanımadığım için.
Oysa şimdi gülüm kalbimdeydi, hüzün kokan çiçek bahçemde ekilen nefret tohumları tamamen silinmişti. Bir çift yanık parmakların ektiği sevgi tohumları büyümüş, iki kelimenin tüm gücünden faydalanıp açmıştı yüreğimdeki yangının ortasına. Gidebilecek bir yerim vardı, şafağın ışığında kendisini belli ediyordu. Aradığım ev karanlık sokağımı aydınlatıyordu, tamamlanmak için beklediğim tüm parçalarım oradaydı.
Seni seviyorum.
Uykusuzluktan dolayı yorgun olan bedenim, dün geceden beri duymaya devam ettiği bu kelime yüzünden her şeye rağmen huzurluydu. Birini sevmek, dünyadaki en basit ve etkili olan tek şey olabilirdi. Sevmek kolaydı, bir kitap karakterini bile sevebilirdiniz, bir köpeği ya da bir eşyayı bile. Kolye haline getirdiğim anahtarı boynuma takarken hafifçe gülümsedim.
Bu zamana kadar sevdiğim tek şey yıldızlar olmuştu, kitap karakterlerini sevmeyi seçmiştim insanlar yerine. Birine sevgimi verirken aslında ona sonradan kırabileceği tüm duygularımı da beraberinde veriyordum ve çocukluğumdan itibaren öğrendiğim bir şey varsa, o da insanların kendilerine verilen sevgiyi acımadan kullanıp eskitecek kadar kötü olduğuydu. Sevmek kolaydı, ama verilen sevgiye bir çiçek gibi bakıp, yapraklarının düşmesine izin vermeden sadık kalmak asıl zor olandı.
Kolyemi boynuma taktıktan sonra, merdivenleri sessiz olmaya özen göstererek indim. Dün geceden beri huzursuzluğun doğurduğu sessizliğin içinde olan ev, sabahta aynıydı. Hala sessizdi, hala soğuktu. Ve uyumadığını belli eden bir çift kızarmış açık göz, hala salondaydı.
"Okula mı gidiyorsun?" dedi annem parmaklarını şakaklarında gezdirirken. Dün bağıran o değilmiş gibi sakindi sesi.
"Evet."
Arkamı dönüp kapıya yürüdüğüm sırada tekrar konuştu. "Arkadaşlarınla vedalaş, kaydını alacağım."
Adımlarım söyledikleri ile duraksarken, omzunun üzerinden hala buz gibi soğuk olan gözlerine baktım. Çabası komikti, o kadar komikti ki gülmemek için kendimi tutmak zorunda kalmıştım. İçimi sıkıştırsa bile, üzerimde aynı baskıya sahip olduğunu düşünmesi komik gelmişti bana. Hayallerimi ondan almıştım, saklamıştım, gömmüştüm. Bana ulaşamadığı gibi onlara da ulaşamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dancing With Devil.
FanficOnun zihni kirli ve elleri üzerimde, Oh, evet sen şeytansın ve beni de yakacaksın. Geceyi tutuştur, bu bizim sırrımız, Çünkü iyi çocuklar sadece iyi adamlarla takılır.