Ailenizi seçemezdiniz.
Kötü bir aileye sahip olmak çocukların elinde olan bir şey değildi. Kötü bir annenin karanlık gölgesini, çocuklarının aydınlık yollarına düşürüp karartmasını engelleyemezdi kimse. O yolu gözlerini açtığı an karanlık bilmiş bir çocuğa aydınlığı anlatamazdınız. Kötü bir babanın gökyüzünü aydınlatan güneşi çökertip, zifiri karanlığı çocuklarının göğünde sonsuz yalnızlıkla beraber doğurmasına karşı çıkamazdınız.
Dün hissettiğim yorgunluk, kendisini bugünüme de taşıyabilmişti. Hayır, fiziksel olarak hiçbir sorunum yoktu fakat zihnim, dün gecenin kelimelerini taşımanın huzursuzluğunu hala hissediyordu. Boğazımda hala hayalet bir el vardı, saçlarımın köklerine zehrini bırakan yılan benimleydi.
Güneş, sadece gece gökyüzünü yarana kadar aydınlığını koruyabiliyordu. Güneş çoktan doğmuştu ama gökyüzümde hala annemin doğurduğu gece hakimdi. Yıldızlarım sönmek üzere gibiydi, gece çok yoğundu.
Ayaklarımı sürüyerek sınıfa girdiğim an üzerimde tanıdık bakışları hissettim. Gözlerim gözlerini bulmadan önce gökyüzümde şafak sökmeye başladı, yıldızlarım şafağın ışığında kaybolmadan gecenin yoğunluğuna kafa tutar gibi ışıldadı.
Gözlerim gözlerini bulunca boğazımdaki eller küle döndü. Hissettiğim yorgunluk, gözlerindeki sıcak ışıltıları gördüğü an yerini ağır bir huzura bıraktı.
Ailenizi seçemezdiniz. Ama bazı insanlardan kendinize gerçek bir aile kurabilirdiniz. Ona doğru attığım her adımda sağ cebimde benimle olan küçük anahtar bacağıma batıyordu. Kötü bir ailem vardı, kendimi hiçbir yere ait hissetmez, evsiz tanımlardım. Şimdiyse cebimde evimin anahtarı vardı, ailem kendi yeri yerine Jiyang'ın olması gereken yerde beni izliyordu.
Gülümsedi, gülümsedim ve hüznümün nefretini taşıyan çiçeklerim onun sevgisinin baskısıyla boyunlarını büktü.
Neden daha önce böylesine güzel gülümsediğini görmemiştim?
"Selam." dedi yanına geldiğimde.
"Burada ne işin var? Jiyang'ın yeri burası."
Gözlerindeki ışıltılar muzip bir hal alırken yarım ağız gülümsedi. "Artık değil."
Çantamı kalorifer tarafına atıp, geçmem için bıraktığı küçük boşluktan bacaklarına sürtünerek geçtim. "Sen delisin."
Ufak bir kıkırdama dudaklarından kaçarken onunla beraber gülümsedim."Evet, bunu daha önce de söylemiştin."
Xiao Zhan avucunu çenesine yaslayarak, parıltılarını söndürdüğü gözleri ile bir süre hareketlerimi inceledi. Bense başımı sıraya yaslamış, bakışlarının ağırlığında ona karşı tüm kırıklarımı açmak isteyen tarafımı baskılamaya çalışıyordum. Ne olduğunu anlaması için gözlerime bakması yeterdi, bunu biliyordum. Bu yüzden bakışlarımı ondan kaçırarak kesik bir nefesi ciğerlerime doldurdum.
O her bana baktığında varımı yoğumu önüne saçmak isteyen bir tarafım vardı, durdurulamazdı. Tırnaklarımı keserken yanlışlıkla etime dokundursam bile, gidip ona bunun acısı için sızlanmak ve teselli etmesini bekleyen o tarafım her şeyden daha güçlüydü. Sadece şeytanın gölgesinin varlığını bile hissetmek, tüm hislerimin alt üst olmasına yetiyordu.
"Anlat." dedi ben konuşmadan önce. Sınıf yavaş yavaş doluyordu ama ikimizin de umurunda değildi. O dışında hiç kimsenin varlığını hissetmiyordum.
"Bana, babamın hayal kırıklığı olduğumu önceden bildiği için kendisiyle beraber terk ettiğini söyledi." diye mırıldandım. "O an saçlarım acıdı, ama sonra geçmesi lazımdı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dancing With Devil.
FanfictionOnun zihni kirli ve elleri üzerimde, Oh, evet sen şeytansın ve beni de yakacaksın. Geceyi tutuştur, bu bizim sırrımız, Çünkü iyi çocuklar sadece iyi adamlarla takılır.