Evren, yaratıldığı andan itibaren alışagelmiş bir düzene sahipti. Geçmişten bugüne insanlar bu düzenin içinde yaşamaya çalışmış, hayatın her bir köşesine kendilerinden bir iz bırakarak hiç var olmamış gibi yok olmuştu.
Düzen buydu. Aldığın son nefese kadar acıları yüklenmek, verdiğin son nefesle tüm mücadelelerinin bir hiçmiş gibi yok olması.
İnsanların ruhları bu düzenin içinde birer ev gibiydi. Bazılarının bahçesinde çiçekler açardı, duvarları çeşitli renklerle boyanırdı ama içine girdiğiniz an çiçeklerin topraklarında başkalarının tohumları olduğunu görürdünüz. O evlerin duvarları kan kokardı, içinde sizin renginizi sömürüp duvarını boyamayı bekleyen insanları barındırırdı.
Bazılarının bahçesi taşlı yollardan oluşurdu. O taşlı yolların sizi götürdüğü her kapı başka bir günahı beslerdi. Kapıların ardında işlediğiniz günahları kimse görmezdi ama üzerine bastığınız her taş işlenilen günahların izini taşırdı.
Kimilerinin evi ise görkemle parlardı. Yıkılmazmış gibi sağlam görünür, her detayı özenle işlenilmiş ve temiz olurdu. Göz kamaştıracak kadar abartılarla süslenmişken, bakan herkes o bahçeye girmenin yasak olduğunu düşünüp sadece uzaktan izlemeye cesaret edebilirdi. Oysa o evlerin içinde tek bir eşya dahi olmazdı. Yalnızlık kokan duvarlar, harabeyi andıran hatırları ve kırılmış parçalarıyla oynayıp onları bir yapboz gibi birleştirmeye çalışan ruhları barındırırdı.
Benim bir evim yoktu.
Xiao Zhan'ın ruhu ise bu evlerden hiçbiri değildi.
Evren, tanrının yarattığı düzendi. Çünkü Xiao Zhan evrenin değil, kendi yarattığı düzene göre yaşardı.
Onun evi cehennemin ta kendisiydi. Alevlerin arasında, kimsenin gözlerini bile değdirmeyeceği bir görkemlikteydi. Tehlikeli olduğu her tarafından belliydi, ama bu içinde neler barındırdığını merak etmeye engel olamazdı.
Xiao Zhan'ın evi tamamen bir yanılsamaydı. Bunu benden başka kimsenin fark ettiğini sanmıyordum. Evin içi, dışını aratmayacak şekilde ağzı açık bırakacak şeyler barındırıyordu ama sadece onu gerçekten tanıyan birisi, içerideki tüm şeylerin birer oyun olduğunu anlayabilirdi. Bir labirent gibi, girdiğiniz her oda başka bir yere açılıyordu ve sizi götürmek istediği yere kolaylıkla kilitli kapılardan uzak tutarak sürükleyebiliyordu.
Ve insanlar onun yenilmez olduğuna inanıyordu. Onu hiçbir acının etkileyemeyeceğine, en ağır darbeleri bile dudaklarında sinsi gülümseme ile karşılayacağına koşulsuz bir şekilde inanıyordu.
Oysa o da herkes gibi bir insandı. Nasıl acıları olmazdı? Nasıl güçsüz düşmezdi?
Xiao Zhan, şeytanın aynadaki yansıması, o bir ev değildi.
Cehennem onun asıl eviydi. O, bir odaydı.
Görkemlikler ve abartılar arasında gözleri kör olmuş insanların göremeyeceği, karanlıkta tek başına kalmış ve hiçbir merdivenin ya da koridorun sonunun o kapıya çıkmadığı kilitli bir oda. O odanın içinde gerçek Xiao Zhan'ın hatırları, acıları, kahkahaları, gözyaşları, zayıflıkları ve nefreti vardı.
Karanlıkta, o odayı cehennemin alevleri ile yakıp kül etmeye çalışıyordu. Kilitli olan her kapının bir kilidi vardı ve şeytanın gölgesinin bu hayattaki en büyük korkusunun o kapının kilidini ellerimde görmek olduğunu biliyordum.
Oysa şu an gözlerine bakarken onu o odanın içinde gördüğüme yemin edebilirdim. Elimde bir anahtar yoktu ama sanki kapı içeriden yanlışlıkla açılmıştı ve ben o aralıktan onu izliyordum. Onunla orada, odadaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dancing With Devil.
FanficOnun zihni kirli ve elleri üzerimde, Oh, evet sen şeytansın ve beni de yakacaksın. Geceyi tutuştur, bu bizim sırrımız, Çünkü iyi çocuklar sadece iyi adamlarla takılır.