Yukarıda kendisinin bir düzine şeyle uğraştığını düşünen annesini garip hareketleri yüzünden daha da endişelendirmemek için suratını sırılsıklam yastığına gömerek bir çığlık daha atmıştı Jeongguk.
"Kafayı yiyeceğim."diye fısıldamıştı kendi kendine."Neden gelmiyorsun,delireceğim,çıldıracağım,aklımı kaçıracağım,neden?"
Dudakları arasından kopan sessiz hıçkırıklarda boğulacakmış gibi hissediyordu.Öyle uzun süredir yokluğunu görmezden gelmeye çalışıyordu ki,son birkaç aydır geceleri hıçkırıklarına karışmış burun çekiş seslerini saklamaya çalışması kaçınılmaz hale gelmişti.
Sahi,en son ne zaman görmüştü?
12.yaş doğum gününde miydi,yoksa 11 miydi?
Ah...12ydi tabiki.Pastasının üzerine top çikolatalarla yazılmış 12 sayısının bir tavşana benzediğiyle dalga geçmişti ya Taehyung.Sonrasında da Jeonggukun ona ikram ettiği bir tabak pastasını yememişti.Hatta arkasından Jeongguk bile yiyememişti onun pastasını,çöpe gitmişti.
Ona artık büyüdüğünü göstermek için odasındaki oyuncak kutusunu artık dolabının derinliklerine kaldırdığını,büyük oyuncak kutusunun yerini onu ilk gördüğü salonlarındaki ufak televizyonun aldığını söylemeye can atışını yansıtamadan yok olmuştu ya Taehyung.
En azından gideceğinin haberini verseydi, Jungkook onun suratında gördüğü en son ifadeye daha çok dikkat kesilir ve bir daha asla gözleri önünden silinmeyeceğine emin oluncaya dek tekrarlardı bu görüntüyü.
Yalnızca ellerini lavaboda lavanta kokulu mor sıvı sabunuyla iyice köpüklerken Jeongguk gencin suratına kısa bir bakış atmış,ıslak avuçlarını ve parmaklarını kurulayacak bir havlu bulamayınca bahçivan tulumuna silivermişti ancak onu son görüşünün böyle kısa bir an oluşuna deli kesiliveriyordu.
Bugün 14.yaş günüydü ve çatal kullanıyor olmasına rağmen elleri pasta olduğu gün,12.yaş günü, mutfak lavabolarında ellerini yıkamaya çalıştığı ve Taehyungla göz göze geldiği anın üzerinden 2 sene geçmesi ve bugün bile onu ziyarete gelmemiş olması,ayaklarını sertçe yatağa vurmasından eskiyen yatağının yaylarından sesler yükselmesine neden oluyordu.
Haftada birkaç kezi beğenmeyen,sonralarda aksayarak ayda birleri,iki ayda birleri,üç ayda birleri derken tam 2 senedir görmediği gencin özlemiyle yastığına çığlıklar atıyordu bir türlü büyüyebildiğine ikna olmayan ufaklık.
Tek başına büyüyüp ne yapacaktı ki,ukalalık taslanabilecek birileri yoksa?
Hayatının merkezine koymuş olduğu kişi ne kolaylıkla çıkıp gitmişti böyle,nasıl dayanıyordu ki 2 senedir buna.Dayanamıyordu ya bi o biliyordu bunu.
Hiç de küçük gözükmediğini düşünüyordu artık.Sevimliliğini yitirdiği için gelmiyor olabilir mi diye çok düşünmüştü Jungkook ama gitmeseydi de suratına hiç bu yorgun ifade çökmeyecek,onunlayken çok güldüğünden suratına yer edinen o sevecen ifade, artık insanların onu içine kapanık biri olarak tanımlayacak kadar suskun bir hale geldiğinden yavaş yavaş silinmesine bile tanıklık ediyorlardı.
Halbuki cıvıl cıvıldı ya.
Kimsenin kendisini bilmediğini düşündüğü kelimeleri cümleler içerisinde kullanıp onları şaşkına çevirir,yerinde duramıyor her yeri dağıtıyor diye kızdıkları bu yumurcak legolarla kendi boyunda kuleler yapar,sanki kağıt kalemi yokmuş gibi duvarları karalıyor diye azar işitip ondan bekleyen bir yetenekle çok güzel işler ortaya attığında annesiyle babası gururlar her eve gelene onun çizimlerini gösterir,duyduğu yabancı şarkıların sözlerini eksiksiz telafuz edinceye dek dinler,kıyafetlerini annesinin seçmesine fırsat tanımadan ona oranla daha renkli kıyafetleri ertesi gün giymek adına yatağının üzerine bırakır,sandalyelerin sırt kısımları daire oluşturacak şekilde dizip üzerlerine örttüğü delikli bir battaniyenin altında uzanarak içeriye sızan ışık huzmelerini yıldızlara benzeterek kendisine meslek arayışına girer,babasının bir şişe içerisine elindeki cımbız benzeri bir çubukla yerleştirdiği parçaların geri devrilmeyişlerini büyük bir hayranlıkla seyreder,annesi her kek yapacağının haberini verdiğinde o küçük poposunu tezgahın üzerine yerleştirir, keki fırına vermeden hemen önce kapta kalan hamuru parmaklarıyla temizlemeyi dört gözle bekler,kendisine ters gelen herhangi bir laf işitmediğinde ya da davranış sergilemediğinde herkesle iyi anlaşabilecek,uyum sağlayabilecek hatta kendisini sevdirip arkadaş gruplarının merkezindeki çocuk haline gelebilecek,onu sevmeyenlerin ise kıskandıkları kişi olabilecek potansiyele sahip bir çocuktu Jeongguk.
Yaşamaktan büyük bir zevk alıyorken bu sonraki senelerde anımsayıp çok özleyeceği yıllarını böylesine bir karamsarlık ve can sıkıcı bir biçimde geçirmek istemiyordu.Bir şeyi özlemekten ve umut etmekten sıkılmış,hatta artık alışma fikrine bile razı olmuştu.
Küçücükken başına böylesine feci bir şeyin gelmesi bir daha geri dönemeyeceği yıllarını feda etmesine sebep oluyordu ve Jeongguk bugüne dek daha iyi hissetmek için bir şey yapmış sayılmazdı pek.
Taehyungun onun ne kadar üzgün olduğunu gördüğünde döneceğine dair olan inançları doğum gününe gelmeyerek son bulmuştu ki artık o çok sevdiği kırmızı renginden bile nefret ediyordu.
Yarım saat öncesine kadar kırmış olduğu kırmızı pastel ve kurşun kalemleri,iyice ufalayıp artık sulu boya kutusunda görmek istemediği o can alıcı rengi tamamen hayatından çıkarmak istiyormuş gibi çatı katındaki odasının ufak balkonuna annesinin güneş alıyor diye yerleştirdiği kırmızı güllerini bile kopartıp atmış,annesine yapacağı açıklamayı düşünmeden saksıyı aşağıda birinin olup olmadığına bakmadan aşağı atıvermişti.
Delirmiş gibi davranıyordu bir süredir ve geçen hafta bir psikoloğun rahat ve desensiz koltuğunda oturuyor olma sebebi de buydu işte.
Pek bir şey anlattığı söylenemezdi,yalnızca okulda canını sıkan birkaç şey olduğu,sebepsiz yere içinin darlandığını ve eskisine oranla çok daha duygusal hissettiğini,içinde bitmek bilmeyen sebepsiz bir özlem duygusu olduğu gibi yüzeysel şeylerden bahsedip durmuştu ama asla konunun Taehyunga gelmesine izin vermemişti. Kendini bir akıl hastanesine kapattırma niyetinde değildi ya.
Bu yüzden reçetesine yazılmış olan doğal şuruplardan oluşan listeyi annesinin zoruyla kullanıyor ve ona iyi geldiğini hissediyor olsa da Taehyungun onun böyle bir durum içerisinde olduğunu görüp gelmesini isterken aptallık ettiğini düşünmekten kaçınıp,alayına düşüncesiz hareketlerine devam ediyordu.
Kendisini pohpohlattıran, göğsünü kabarttıran ve övünüp övünüp durduğu o parlak zekasının suyundan bir damla dahi kullanmadığı öyle barizdi ki dün annesinin dağıttı ortalığı toplamasını söylediğinde gereksiz bir sinirle lavabonun içerisine bıraktığı tabakların bazıları kırılmış,içeceğini dökmüş olduğu masanın üzerindeki kırıntıları avuçlarıyla temizleyerek ıslanan parmaklarını açık renkli tişörtüne silerek bitmiş meyve suyu kutusunu buzdolabına geri yerleştirmişti.
Epey bir uzun zamandır buna benzeyen ufak tefek şeyler son zamanlarda öyle sıklaşmıştı ki geceleri oğlunu kontrol etmeden duramıyor,kocası işteyken sürekli onu arayarak ne zaman geleceğine dair sorular soruyor,bu savsak davranışlarına sebep veren şeyin başka neler yaptırabileceğini bilmediğinden diken üstünde oturarak kara kara nasıl başa çıkacağını düşünüyordu.
Jungkookunsa tüm bu yoğunlaşan hareketlerine sebep olan şey temelinde artık umudunun kalmadığına ikna oluşuydu.
Çok sevdiği birisinin ölüp ölmediği bilinmemezlikte olan ve bugüne dek bunun ihtimaliyle kendini ayakta tutmaya çalışan birinin ölüm haberini henüz almış zavallı kimselere benzetiyordu kendisini.
Sırılsıklam olmuş yastığında boğulacakmış gibi hissetmeye alışmış dahi olsa annesinin ilaçlarını alması için alt kattan yükselen tatlı tınısıyla korkuyla irkilerek yastığından uzaklaşmış,nefes almasına izin vermeyen ve baş ağrısı yaptıran burnunu birkaç kez çekmeye çalışarak kan çanağına dönen gözlerini ve kızaran yanaklarını mini bir şelale gibi gösteren gözyaşlarını kurulamıştı.
Artık yalnızca büyümek ve bu ona ölecekmiş gibi hissettiren hislerden kurtulacağı güne varmak istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
move away from the front of the display
FanficJungkookun en sevdiği ve sahibi tarafından hırpalanmaktan çoktan bir kaç düğmesini yitirmiş olan kırmızı minder, çoğu vakit olduğu gibi üzerinde kalçasını sabit tutamayan çocuğun gazabına uğruyor,evin halıfleks kaplı parkelerinde sürtünüp duruyordu...