i'm evil, knocking at your door
i'm evil, making you my whore[ben şeytanım, kapını tıklatıyorum
ben şeytanım, seni fahişem yapıyorum]UYARI:
küfür ve tetikleyici ögeler.•••
dünyada var olduğu söylenen düzen, sonu gelmek bilmeyen bir kovalamaca üstüne kuruluydu esasen; kimi hayallerini kovalıyordu, kimi daha fazla parayı, kimi aşkı ve daha niceleri. michel'se en başından beri tutkularının peşinden giden kesimin bir parçası olmuştu fakat onun tutkuları diğerlerininkinden biraz... farklıydı?
yine de bu durum, onu engellemek yerine daha da isteklenmesini sağlıyordu. içinde bir kere harlandı mı söndürülmesi imkânsız bir öfke, hatta onunla eş miktarda hırs vardı. bir zamanlar, angel'dan önce, bu hisleri kontrol etmekte başarılıydı ama hiç beklemediği bir anda tepetaklak gelmek sadece onların değil, tüm duygularının üzerindeki kontrolünü yitirmesine sebep olmuştu.
michel artık bir ölüm makinesinden fazlası değildi.
şu an karşısında, ona korkuyla bakmak dışında başka hiçbir şey yapamayan insan topluluğu da bu düşünceyi kanıtlar nitelikteydi.
yüzüne ağır ağır, duygudan yoksun bir gülümseme kondurdu michel. elinde herhangi bir silah yoktu; aksine, sabahın erken saatlerinde, bir kahve bardağıyla onların önünde dikiliyordu. sadece duruşuyla, varlığıyla bile korku salabiliyor olmak ona zevk veren sayılı şeylerden biriydi zira hepsi biliyordu; michel gerçekten de korkulması gereken bir insandı.
"az kaldı, çok az kaldı," diye mırıldandı kendi kendine. bakışları, kaçmalarına müsaade etmeyecek şekilde bağlanmış kurbanlarında dolaşıyordu, "aranıza katılması gereken son bir kişi daha... işimiz bitmek üzere, çok az kaldı..."
ne yaptığının farkına bile varmadan âdeta sayıklarken adımları kapıya yönelmişti, özel olarak yaptırdığı demir kapıyı, nefeslerini tutmuş michel'in çıkmasını bekleyen insanların üstüne kapattı ve merdivenleri tırmanmaya başladı. evin bodrumunu bir işkence odasına çevirmek yaptığı en iyi şey olabilirdi.
aşağıya inen kapıyı da iyice kilitlediğine emin olduktan sonra elindeki kupayı bıraktı mutfağa. bugün hava, tam da michel'in sevdiği gibi kara bulutlarla bezeliydi. bu görüntü hoşuna giderken kendini bahçede, tahta masada oturur hâlde bulmuştu. tüm insanlardan, şehirden, gürültüden uzakta; ıssız bir dağ evinde yaşıyordu. kimseyi görmüyordu, görmemeliydi. şehre sadece şeytanları toplamak için iniyordu ve bugün, o zamanlardan biriydi.
o an aklına geldi, gareth'la konuşması gerekiyordu.
tekrar içeri dönüp de bir sigara yaktığı sırada sadece, ona şehirdeki işlerini halletmesinde yardımcı olan adamı aramak için kullandığı tek kullanımlık telefonu eline aldı. tek kayıtlı olan kişi gareth'dı ve bu telefonları da o temin ediyordu michel'e. arkadaştan ziyade... meslektaşlardı.
"bir şey mi lazım?" diyerek aramayı cevaplayan adamın sesi sabırsızdı. güzel, diye düşündü michel. onun da ihtiyacı olan şey acele etmekti zaten.
"evet," dedi, dümdüz bir tonda. aynı zamanda sigarasından derin bir nefes çekti, "sonuncuyu alacağız."
karşı taraftan birkaç hışırtı duyuldu, kısa süreli bir sessizliğin sonunda, "iki saate oradayım." deyip telefonu kapatmıştı adam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
where did jesus go?
Short Story[isa nereye gitti?] bana şeytanın yandaşı mı diyorsun yani? ah, bebeğim, bu konuda hiçbir fikrin yok. ama merak etme, burada hepsini göreceksin. bütün şeytanları. ••• "söylesene, sence isa nereye gitmiştir?" bir anda aklına gelen o soruyla meraklı b...