"Kitabın tam basım tarihi henüz belli değil.""Neden bu kadar uzadı?"
Yayınevinin sahibiyle yaptığımız sıkıcı bir konuşmanın ardından sabırla derin bir nefes verdim. Yaz aylarının sonlarında olmamıza rağmen sıcaktan bunalmış, boynumdaki gül kurusu fuları çıkarıp elime almıştım. Belime kadar inen kızıl saçlarımı arkaya doğru attım. Kitap yazmak iyi hoşta, bu basım işleri insanı çok uğraştırıyordu.
"Umarım en kısa zamanda halledersiniz. İyi günler dilerim."
Son konuşmalarımızı yapıp yayınevinden ayrıldım. Bugün benim için fazlasıyla yorucu geçmişti. Bileklerime kadar uzun olan şifon beyaz eteğim ve üstüne giyindiğim uzun kollu ince bluzla bile bunalmıştım. Üniversite'den mezun olalı 2 sene olmuştu fakat yine de bitmiyordu çalışmak. Her şeye rağmen yazdığım 'Prenslerin Efendisi' kitabımı düşününce değdiği kanısına varıyordum.
Otobüs durağına gelmemle otobüsün gelmesi bir oldu. Benimle birlikte birkaç insan daha bindi. Arka taraflara oturup kitabımın 2.serisi için kulaklıklarımı takarak düşünmeye başladım. Eğer bir yazarsanız otobüste hayatı sorgulamak yerine, kitap kurgunuzu sorgularsınız. Karekterlerinizi düşünürsünüz. Bu işler böyledir.
İlk kitabımda kafamda mükemmel bir insan tasarlamıştım. Evet kimse mükemmel değildi fakat en azından bu kötü dünyada, kirlenmiş duygulardan arınarak daha temiz duygular yazabilmek benim elimdeydi. Benim için prenslerin efendisinin duyguları mükemmeldi. Kendisi bir şaheserdi. Sonu ise herkesi tatmin ederek mutlu bitmişti. Şimdi ise o prensle aşık olacağı kişinin hayatını anlatacağım bir kitap yazmayı düşünüyordum.
Daha derin duygulara inerek.
Bunun için bolca zamanım vardı nasıl olsa.
🍂🍂🍂Yarım saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından evime gitmek yerine yakınlardaki eskimiş tren raylarına gitmeye karar verdim. Ara sıra gidiyordum gün batımlarında ve bana çok iyi geliyordu. Gün batımına az kalmıştı. Ev arkadaşım Ayça cerrahi asistanı olduğu için genelde nöbete kalıyordu ve eve geç geliyordu. Bunu fırsat bilerek yollara koyuldum.
Bolu'nun mis gibi havasını içime çekerek bomboş yolları yürüyordum. Yürüdükçe içimi huzur kaplıyordu. Temiz havayı içime çektikçe rahatlıyordum. Bolu'nun çok çetin bir havası vardı. Genelde soğuk olsada Ağustos ayına girmiştik artık ve bu saatler de daha sıcak oluyordu. Terk edilmiş tren raylarına geldiğim sırada birini gördüm. Başında koyu kahve kovboy şapkası, altında şapkasıyla aynı renk pantolon, üzerinde ise açık kahve hafif bol bir gömlek vardı. Gömleğinin kollarını dirseklerinin altına kadar kıvırmıştı. Tren rayının kaldırımına oturmuş, başını önüne eğerek eski bir deftere bir şeyler yazıyordu.