Gözümü açar açmaz bembeyaz bir taban ve beyaz ışık saçan lambalara açmıştım gözümü. Hafifçe yattığım yerden doğrulup etrafıma bakındım.
2 kişilik kahverengi deri ile kaplı bir koltuk, yanında yine kahverengi bir masa ve üstünde bir saksı bitkisi. Tam karşımda muhtemelen 32 inç bir televizyon, altında tv ünitesi diğer yanımda serum ve bir adet perdeleri çekili pencere duruyordu.
Standart bir hastane odasındaydım. Yataktan kalktım ve tv ünitesi üzerinde gördüğüm telefona doğru ilerledim. Saat 02.43tü. Muhtemelen sahilde üzüntüden ve yorgunluktan bitkin düşmüş bayılmıştım. Beni de alıp buraya getirmişlerdi.
Bir eşyam olup olmadığına baktım. Üzerinde saksı duran küçük sehpadan telefonumu alıp odadan çıktım. Danışmaya doğru ilerledim ve hızla çıkışını yaptırdım. Beni kim bulup buraya getirmişti bilmiyorum ama ona bir teşekkür borçluydum.
Hızlı adımlarla sahilden çıktım. Sokaklar adeta az önce yağmur yağdı diye bağırıyordu. Her yerde su birikintileri vardı ve her adımımda şıp, şıp diye ses çıkıyordu. Çevreden anladığım kadarıyla eve fazla uzakta değildim. Eve gitmek istiyor muydum onu hiç bilmiyordum.
Geceyi sokakta geçirmektense evde geçirmeyi tercih ederdim kesinlikle. Adımlarımı eve en uzun sürede gideceğim dolambaçlı yola çevirdim. Eve gidene kadar aklımdaki pek çok soru işareti için kendi kendime derman olurum diye düşünüyordum.
Kırgındım her şeyi kırmak isteyecek kadar, üzgündüm duygularımı çekip atmak isteyecek kadar, yorgundum tam kalbimin üstüne öküz oturmuş kadar, güçsüzdüm girdiğim ilk potadan elenecek kadar, düşünceliydim düşüncelerim hemen hemen her hareketimi engeleyecek kadar, sinirliydim birini öldürebilecek kadar, hayal kırıklığına uğramıştım lolipopu yere düşen çocuk kadar...
Yürürken karşıma çok tatlı evler çıkmıştı. Her bina farklı renkteydi ve gökkuşağı sırasıyla dizilmişlerdi. Tepelerinden yıldızlar ve ay uyum içinde parlıyor, ışık saçıyordu. Her yere, herkese. Ben hariç...
Renkli evlerin sokağından geçerken aklıma Serhat geliyor, çıkmak bilmiyordu. Ne ara alışmıştım ki ona bu derece? Ne ara sadece yanımdaki varlığını özleyecek kadar benimsemiştim onu? Ne ara kalbimi bu kadar kırmasına izin verecek kadar yaklaşmıştım ona?
Neden bunlar olurken normal hissettirmişti ama şu an fazlasıyla anormal geliyordu? "Neden içimde içinden oluk oluk kan akan bir türlü kapanmayan veya kapanamayacak bir yara var gibi hissediyordum? Neden göğüsüm üstünde 1 ton varmış gibi ağırdı? Neden bu kadar canım yanıyordu?
Neden bu sorulara verebileceğim bir cevabım bile yoktu? Neden yutkunmam her seferinde bir yumruya takılıyordu? Neden haykırarak ağlamak istiyordum, gözyaşlarım kalmayana kadar? Neden her şey bu kadar zordu?
Neden bu kadar aptaldım? Neden bu kadar ona kapılmıştım? Neden kendi boyumu aşan bir sevdaya tutunmuştum? O ne zaman benim için anlık bir arzudan alışkanlığa dönmüştü? Neden ona bu kadar alışmıştım? "Ne ara ona bağımlı hale gelmiştim?
Bilmiyor muydum fazla bağlanın bana daha büyük zarar vereceğini? Biliyordum. Belki de en iyi bildiğim şeydi. Hayatım boyunca hemen hemen her zaman yarı yolda bırakılmıştım. Sadece sevgililik olarak değil arkadaşlık olarak da defalarca yüz üstü bırakılmıştım.
Peki öldürmeyen gerçekten güçlendirir miydi? Yoksa daha mı çok ölümü arzulatırdı? Yüz üstü bırakıldığımda neler olmuştu ki hayatımda? Mutfağa girmiştim ilk defa, sinirden elime ne geldiyse doğramış ve pişirmiştim yaptığım ilk yemeğim oydu. Beni mutfağa daha da iten yemek oydu.
Peki sadece bir olay genelleme yapmak için yeterli miydi? Bundan 8 sene önce yüz üstü kaldığım için intihar etmeyi deneyen de ben değil miydim? Senelerce tedavi gören, yüz üstü kaldığım için küçücük yaşımda her şeyin zorluğuna tek başıma göğüs germek zorunda olan ben değil miydim?
Kilosu yüzünden yüz üstü bırakılıp kendini kilo vermeye şartlayan ben değil miydim? Neden kötü olaylar bu kadar fazlaydı. Bu canımı çok yakıyordu. Ama bu yeni gelen acıların yanında hiçbir şey kalırdı. Onların öyle bir özelliği vardı ki... Diğer tüm acıları etkisiz hale getirebiliyordu.
Peki ya bu acıyı ne etkisiz hale getirecekti? Daha büyük bir acı mı? Çok daha fazla mutluluk mu? Daha büyük acı olmamasını ummaktan başka çare var mıydı?
Kapının önüne gelmiştim. Birkaç saat önce kaçarcasına çıktığım o kapının önündeydim tekrardan. Cebimdeki anahtarımı çıkarıp açtım kapıyı. Gidip salona baktım, içimdeki acının mekanı olan o salona, saatler önce Emir ile Serhat'ın gülüştüğü o salona...
Kimse yoktu. Bunu saatler önce görmeyi belki her şeyden çok isterdim. Canımdan bile çok belki? Salona girip ikisinin oturduğu koltuğa ilerledim. Elimi onun oturduğu yere koydum. Usulca aynı yere oturdum. Başımı geriye yasladım. Kokusu sinmişti, kalbimdeki ağrıyı katlayan kokusu...
Gözlerim kapanıyordu açık tutmaya gerek duymadan kısmende olsa yatay pozisyona geçtim. Belki acının olmadığı bir dünyaya ışınlanırım diye kendimi uykunun kollarına bıraktım.
///////////////////////////////////////////
Bunu bir geçiş bölümü olarak alalım. Aslında aklımda hiç yazmak yoktu. Fakat hislerim burada yazdıklarımdan pek farklı değildi ve hislerimi kısmen de olsa bir yere boşaltmam gerektiğini düşündüm.Bu bölümü dertleşme bölümü ilan ediyorum. Burada herkes hemen hemen anonim yani kimse birbirini tanımıyor.
Dertleşmek istediğimizde, fikir almak istediğimizde, kafamız karıştığında, üzüldüğümüzde, kırıldığımızda hatta belki paramparça olduğumuzda burayı kullanalım.
Birbirimize destek çıkalım bu bölümde.
Bir de aklıma gelmişken yorum yapmayı ve oynatmayı unutmayın 💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
basit bir şekilde
Hayran KurguDost, dost, dost... bu kelime neden bu kadar canımı yakmıştı ki?