[2.] Bir İskele Altında Gölgede İki Ten.
❝biraz daha.❞
: Pim Stones / The Life We Could Have Had
-
Rugan ayakkabılarının cilalı uçlarının kirlenmesini umursamadan yürüdü çamurlaşmış çimenli yoldan. Geceleyin düşen çiğ taneleri toprağı nemlendirmişti hafiften. Güneş yarıya inmiş, ufkun kıyısına yanaşıyordu. Hava, akşama doğru geldiğinden aydınlık ve terletmeyecek kadar sıcaktı.
Sabahtan beri gösteriş olsun diye yanında tuttuğu ceketi bir türlü kolundan indirmemişti. Önceden sürekli etrafı kolaçan ederdi buraya gelirken. Halka açık bir yerdi ama kimse de gelip öyle durmazdı burada. Bir ailelerinin gözünden uzakta olup öpüşüp yiyişenler, bir de işte, Fernardo gibiler falan.
Nehre ulaşmadan önce büyük ağacın kenarına bıraktı ceketini. Gömleğinin düğmelerini çözdü göğsüne kadar. Kollarını dirseklerine kıvırdı ve her zamanki yerine yürüdü. Nehrin kenarında küçük bir iskele, altına dizilmiş taşlar vardı.
Arkası dönük oturan, omuzlarında ipekten tutamları taşıyan bir beden çarptı gözlerine. Sırtında sıcak havaya rağmen bordo bir kazak, ayaklarından çıkardığı ayakkabıları ise hemen ceketini koyduğu ağacın diğer tarafında duruyordu. Bembeyaz elleri, ince uzun parmakları oturduğu iskeleye dayanmış, bacaklarını sarkıttığı yerden sallıyordu.
Gördüklerine, gerçekten gülümsedi Taehyung. Çok güzeldi bir kere, çok masum.
Dudaklarını yalayarak başını yere eğdi ve yanına yürümeye başladı. Çok sık olmasa da en az beş kere geldiği bu yerde henüz hiç karşılaşmadığı bu genç kız oturuyordu. Belki, konuşabilirlerdi. Kendini tanımayan insanlarla konuşmayı seviyordu Kim. Saklaması gereken bir şey olmuyordu, ya da çaktırmaması, yalan söylemesi.
"Merhaba." dedi yerine yerleşirken. Dümdüz direk nehrin kucağına yansıması düşen güneşi izliyordu ama kulakları, onlar yanındaki kızın sesini duymak için sonuna kadar açılmışlardı. Hatta dikkatiyle en düşük desibeldeki karınca sesini bile duyardı bu adam.
"Bay Kim, sizin burada ne işiniz var ki?"
Soyadını duymasıyla derin nefes verdi Taehyung. Tamam pekâlâ, belki de konuşmayadabilirlerdi. Olması gereken hâle bürüneceği sırada bakışları yan tarafındaki gözleri bulmuş, kaşları itinayla kalkmıştı."Birini anımsatıyorsun fakat, üzgünüm. Çıkaramadım güzel kız."
"Anastasia'ya benzetiyorsunuz büyük ihtimal. Alaska ben, kardeşiyim. Benzediğimi söylerler. O olmasa anımsamazsınız beni zaten. Sorun değil." Alaska üzerindeki hırkaya iyice sokulmuştu. Parmakları saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmıştı.
"Hayır," dedi başını iki yana sallayıp gözlerini kısarken Taehyung."Ona değil, başkasına benzettim."
"Kime?," Sonra genişçe gülümseyerek tekrar yanında oturan adama dönmüştü. "Sahiden babama mı benzettiz? Ondan başka ailem yok. Babama mı benzettiniz? Jeongguk Jeon'a?"Öyle güzel bakıyordu ki, nasıl seviyordu babasını anlatmasa da anlaşılırdı bile.
"Evet," o da karşısındaki kız gibi gülümsedi. İstediği için değil, gülüşü bulaşıcı olduğu içindi. Bulandığı sersemliği attı bir anda üzerinden."Evet babana, çok benziyorsun. Çok güzelsin, Tanrı özenmiş olmalı senin için. Sadece gözlerin bile çok güzel. Kaç yaşındasın Alaska?"