[14.] Dudaklarında İlk Gülüş ve İlk Ölüş Toyluğunda.
❝varacağım.❞
: Tamino / Cigar
__
Elleriyle eşelediği toprak, kirlenmiş pantolonunun diz kapaklarına değdi. Çöktüğü yerde ıslanmış mezarlığı deşmeye çalışırken ağrıyan başı öyle fena zorluyordu ki onu, temiz olmamasına rağmen çamurlu parmaklarını alnının iki yanına bastıra bastıra ovuşturdu başını. Damarlarının şişkinliği dışardan bile belliydi.
Anlam veremediği, günün herhangi bir zamanına düşmüş gibiydi.
Yağmur yağıyordu toprağa.
Gözyaşları patır patır karışıyordu damlaların arasına.
Korkunun büyüklüğünü hissetmemişti somutça, görmemişti çaresizliği gözleriyle.
Parmaklarıyla kavramamıştı ölümü ve tatmamıştı acıyı diliyle.
Jeongguk sarhoştu nezlinde kimilerinin, rüyadaydı zannında hâkimlerin. Kırıktı döküktü, yangındı lavdı. Uçamayan bir uçurtmaydı gökyüzünün kollarında, nefessiz bir esirdi halkın içinde. Vardı Jeongguk, yoktu. Serzenişleri odasının kapısından çıkmazdı, tüm dünyanın duyabileceği kadar yüksekti feryatları. Jeongguk Alfonse kızlarının dayandığı aşılmaz bir dağdı gözler önünde, ağlardı pencerenin kenarında geceleri usulca.
Bir devirdi, bir son buluştu. Baharın çiçekleriydi, depremin enkazıydı. Bir doğardı, bir ölürdü. Jeongguk Alfonse Jeon siyasetçiydi karşısında dik kalamayan mahkemelerde, ayyaştı güneş terk ettiğinde günü. Yüzmeyi bilirdi okyanuslarda yorulmadan saatlerce, boğulurdu anlamını bilmediği özlemlerin içinde. Diller konuşurdu rakamları aşacak, anlamazdı bir âşığın gözlerindeki yangını. İki yüzüğün değerini bilirdi, bir kalbin avuçlarında atmasının kıymetini kavrayamazdı.
Belgelerini imzalar kalemleri kaldırırdı Jeongguk, mezarlığın derinine kürekler saplardı. "Ölmedin." dedi. "Ölmedin kalk."
Yakarışı Tanrı'nın ayetlerini bertaraf etti.
Gittikçe ıslandı, üşüdü bedeni. Avuçları ayrılmadı topraktan, burnunu çeke çeke devam etti kazmaya. Bayılacaktı yorgunluktan belki de lâkin ihtiyacı vardı. Görmeliydi yaşadığını, nefesten çok buna ihtiyacı vardı. "Kanadı ellerim kalk yalvarırım." Titrek çenesi durmaksızın sürdürdü hareketini, engeldi konuşmasına.
Kulaklarında uğuldayan sese aldırış etmeye kalksa, dururdu belki aniden. Arşenin tellerinde dolandığı antika kemanın tınısı deli edecek kadar güzeldi. Sirenlerin aldatışlarına kanar gibi kandı Alfonse. Korsanların himayesinde güvertede bağlı gibi çırpındı. Balıklar gibi dilsiz kaldı unuturken kazmayı. Tufanlar vurdu kıyıya söndü hayretle. Bir denizci gibi kapıldı masmavi sulara. Kemanın sesi dinmedi, yağmur yağdı saçlarına. Elleri durdu toprağın üstünde ve gözleri kapalı sessizce dinledi. Kulaklarının işittiği her saniye için sakladı korkularını mezarın yanına. Kanamış ellerinin pisliği oluk oluk aktı çakılların üstüne. Uçsuz bucaksız şehir mezarlığında bir başına ağladı.
Kaybolmaya başlayan melodiyi yakalamak yerine toprağa değen dudaklarıyla söylendi. "Ya al beni de yanına, ya da kalk şu mezardan sev beni." Pişmanlığın sükûneti sindiğinde sesine, tırmalar gibi sökmeye yeniden koyuldu. Islanmış toprağın üstündeki boynu bükük çiçekler birer birer fırlatıldı etrafa. Sahiden de pişmandı. Pişman ve çaresiz.