(Nedense Wattpad bu bölümde sıkıntı çıkarttı, güncellendi.)
Melkor, Néran'a yaklaşık 4600 kişilik insan yollamıştı ve böylece, Néran'ın elindeki birlik sayısı 10.000'e ulaşmıştı, fakat savaşçı sayısı 6000'di. Melkor'un yolladığı insanların çoğu aşçı, bineklerle ilgilenecek olan seyisler, sağlıkçılar -ki bu sağlıkçıların arasında bizzat Melkor'dan eğitim almış ve öldükten yarım saat sonraya kadar her şeyi tekrar canlandırma yeteneğine sahip olan bir büyücü bulunuyordu- ve yaklaşık 500 at, 5000 Aogen. Tüm savaşçılar binici olacaktı, Troller hariç. Gerçi Aogen'ler Trolleri taşıyabilecek kadar dayanıklı canlılardı fakat Trollerin herhangi bir şeyi sürmeyi öğrenmeleri yıllara mal olabilirdi, belki de Melkor'un bu yeni nesil Trolleri eski Trollerden daha zekiydiler, bunu zaman gösterecekti. Gelen kafilenin lideri Anrag, Néran'a Melkor'un hediyesini iletmişti, bir gölge yayı ve yüz sadağa yakın büyülü ok, Néran'ın Saruman'a fırlattıklarına benziyordu fakat bu okları eline aldığında bir şeyin farklı olduğunu düşündü, görüntü olarak hiçbir farkı yoktu ama bu okların daha güçlü olduğunu düşündü. Yay neredeyse kendi boyu kadardı ve yayın ipi gölgelerdendi, çok kolay gerilebiliyor ve çok hızlı giden oklar bırakabiliyordu. Deneme atışı için bir ok aldı ve yaklaşık elli metre önündeki kalın ağaca hedef aldı -Çapı yaklaşık 5 metreydi- okların sivri olduğunu biliyordu, yayın ise çok daha iyi olduğunu, deneme zamanı gelmişti, ağaç yaklaşık 25 metre yüksekliğindeydi, Néran oku yerleştirdi ve yayı iyice gerdi, ağacın tam gövdesine nişan aldı ve sağ elini serbest bıraktı. Oku neredeyse hiç görememişti, çok hızlı gitmişti, oku aramak için ağacın yanına geldiğinde gözlerine inanamıyordu, okun geçtiği yerde boydan boya bir boşluk vardı ve okun geçtiği yerlere siyahlık bulaşmıştı, tıpkı elma kurtlarının elmaya yaptığı gibiydi, ok ağacın içinden geçti, biraz daha yürüdüğünde yaklaşık 20 metre daha ileride delinmiş bir ağaç daha gördü ve onunda 10 metre arkasındaki bir kayaya saplanmış olarak buldu oku, neredeyse tamamı kayaya girmişti, sadece bir veya iki santimlik ucu dışarıda kalmıştı, arkasına dönüp baktığında okun içinden geçtiği iki ağacında karardığını, yapraklarını dökmeye başladığını gördü, yapraklar tamamen kurumuştu. Düşen yapraklar tamamen grileşmiş, tüm yaşamını yitirmişti. Kayaya saplanan oku yerinden çıkardı ve okun ucunda bir hareketlilik gördü, üstündeki yeşil bulutlar ok ucunun içine doğru giriyordu, bu yeşil bulutlar ağaçların yaşam enerjisiydi. "Yavanna bu okları çok sevecek." Dedi ve Dol Guldur'da 500 kişilik bir garnizon bırakarak Thranduil'in üstüne yürümek üzere yola çıktı, bu garnizonda Gören Adamlar'dan 10 kişi bırakmıştı -50 kişilik kör okçu birliğine bu adı vermişti- ve garnizonda ki Gören Adamlar'a iki sadak büyülü ok vermişti, ihtiyaç dışında kullanılmaması için iyice tembih etmişti. Her bir sadağın içinde 50 ok vardı. Eğer kaleye saldırılırsa ve kale düşecek olursa okların hiçbir iz bırakılmadan yok edilmesi emrini vermişti, kale garnizonunun başına Anrag'ı geçirmişti. "Sonunda başlıyor." Diye düşündü atına binerken Néran, "Son yaklaşıyor, ya bizim yada onların." Kaleden ayrılırken içi ürperdi ve kulakları fısıltılar ile doldu, şüpheli gözlerle ve telaşla etrafına baktı fakat kimseyi göremiyordu. Kötü bir ruh hissetti ve ordusunun başında yola çıktı. Kalede bıraktığı garnizonda 400 savaşçı vardı ve enzakların büyük bir kısmını yanına almıştı.
Melkor'un yeni hizmetkarı ve kan büyüsü sonucunda tarafına geçen elf Thrénor ayrılmak için hazırlanıyordu, ejderhası ile keşif uçuşu yapacak ve Gri Limanlar'a saldıracaktı, ejderha şimdiden neredeyse Smaug büyüklüğüne ulaşmıştı. Sauron'un Ağzıda ayrılacaktı, tek başına Thrénor'un bahsettiği şeyi bulmak üzere. Thrénor yanına bir yay ve birkaç sadak ok almıştı. "Ejderhanın üstündeyken birilerini okla vurmayı planlıyor, ya çok iyi bir nişancı olmalı yada işler ters giderse rüzgara karşı bir ok atıp kendi işini bitirmeyi planlıyor." Sauron'un Ağzı bu Elfe hiç güvenmiyordu, yada artık her neyse. Kendisine ait olmasını istediği ejderhayı birden ortaya çıkarak benimsemiş ve onunla bir bütün olmuştu, yola koyuldu. Yaklaşık bir yarım saat yol aldıktan sonra geriye baktığında isimsiz ejderhanın da havalandığını gördü. Thrénor'un tarif ettiği yere ulaştı, kar fırtınası vardı ve yirmi metre uzağında olmasına rağmen dağı bile göremiyordu, hava çok soğuktu, atı da bunu hissediyordu. Dağların arkasına zorda olsa kaybolmadan geçmişti, öğlen olduğunu tahmin ediyordu fakat güneşi göremiyordu -o kaskın içinden herhangi bir şeyi görmesi garip olurdu değil mi?- kaskını çıkardı. Yüzünün neye benzediğini kendisi bile unutmuştu, görülen o ki şu anda bunu kendisi de öğrenemeyecekti, gözleri yeteneğinden hiçbir şey kaybetmemişti yine de fırtına yüzünden uzağı göremiyordu. Yaklaşık iki buçuk saat boyunca dağa yakın olarak yürüdüğünde bir mağaraya girdi ve atından indi, Melkor'u ilk gördüğü mağaraya çok benziyordu fakat soğuktu ve her taraf karanlıktı. İlerledi ve ilerledi, iki saat ilerledi, hiç bir şey görmüyordu, sonunda belindeki meşaleyi çıkartmayı akıl edebilmişti. Bir ateş büyüsü ile meşaleyi yaktı ve yoluna devam etti, yol iki farklı koridora ayrıldı. Aklının içinde bir ses yankılanıyordu "Sürekli ilk soldan ilerle, giriş ve çıkış için, sürekli ilk sol, asla şaşma, ilk sol girişten içeri gir." Ve soldaki koridora yöneldi, 15 dakika yürüdükten sonra soldaki duvarda bir kapı olduğunu fark etti ve oraya girdi. Kapı bir odaya açıldı, oda tamamen boştu. Sol tarafa yöneldi ve küçük bir çatlak gördü, zorda olsa içinden geçmeyi başardı, sonsuz bir koridora açıldı bu çatlak, sağ tarafı geçitlerle doluydu. Sol taraf ise bomboştu. Sürekli ilerliyordu fakat sadece sağında girişler vardı, ilerlemeye devam etti. Saatlerce ilerledi ve son on dakikadır ne sağında nede solunda bir geçit vardı, ilerledi ve ilerledi. Sonunda yol bir uçuruma çıktı, ileri doğru yaklaşık beş metrelik bir çıkıntı vardı, çıkıntının ucuna kadar yürüdü fakat elindeki meşale sonsuz boşluğu aydınlatmaya yetmedi. Aklındaki ses yalan mı söylemişti? Aşağıda bir ses fark etti, ses kendisine yaklaşıyordu. Uzun zaman sonra ilk kez korkuyordu Sauron'un Ağzı. Ses kendisine yaklaşıyordu, istemsizce içi titremeye başladı, ve soldan, sağdan, aşağıdan, yukarıdan, her yerden kendisine yaklaşmaya başladı Sauron'un Ağzı, arkasına döndü ve hızla yürümeye başladı. Yürüdü ve adımları hızlandı, koşmaya başladı, sesler arkasından kovalıyordu. Bulmacayı şimdi çözüyordu; biraz önceki sağ tarafında bulunan geçitler şimdi sol tarafında kalacaktı. İlk bulduğu geçidin içine atladı. Sesler geçidin önünden geçip gitti, birisi dönüp geçidin içine girmeye çalıştı fakat çığlıklar atarak Sauron'un Ağzı'na yaklaşamadan yok oldu. Büyük bir mağaranın içindeydi, mağarada çok eski bir kitap bulmuştu. İçinde hiçbir şey yazmıyordu kitabın üstünde kara lisanda "Ateşin Sırları" yazıyordu, içini iyice araştırdı fakat tek bir harf bile yazmıyordu, yeni bir bulmaca mıydı bu yoksa ateşin herhangi bir sırrı olmadığını mı anlatmaya çalışıyorlardı, bir hiç için mi buraya kadar gelmişti? Etrafta gizli bir geçit aramaya başladı ve yerde kitabın şekline uygun bir göçük olduğunu gördü. Kitabı oraya koydu fakat hiçbir şey olmamıştı. Sonunda anladı; Sırlarını öğrenmesi için sırları ateş ile açığa çıkartacaktı. Elindeki Meşale ile kitabı yaktı. Kitap yanmaya ve etrafındaki bütün ışığı içine çekmeye başladı. Geniş mağaranın aydınlık duvarları birer birer kararıyordu, sonunda her şey karardı. Sauron'un Ağzı kendini bir boşluktaymış gibi hissediyordu, ateşler onu çağırıyordu. Ateşlerin üstüne doğru yürümeye başladı, gözlerinde sadece ateş vardı ve ilerledi. Ateşin içine atladı, üstündeki kıyafetler yanmaya başladı. Acıyı hissediyordu, daha önce hiç hissetmediği bir acı, her bir noktası kavruluyordu, kitap yerden havalandı ve Sauron'un Ağzı'nın gözlerinin önünde hızla sayfaları dönmeye başladı, Sauron'un Ağzı'nın üstündeki her şey yanmıştı, kendisi de yanıyordu, elleri kömüre dönüşmüştü. Kitabın son sayfası da çevrildiğinde kitap küle dönüştü ve kül kendisini kuşattı. Vücudunun sıcaklığı daha önce hissetmediği kadar artmıştı. Gözleri adeta yanıyordu, küller üstünde katılaştı ve tekrar alev aldı, bu sefer alevler yakmıyordu, kendisine güç veriyordu. Artık anlıyordu, alevleri anlıyordu, onu hissediyordu. Alevler kendisine bir kıyafet ve yeni bir kılıç oluşturdu. Kılıç isteği üzerine oluşuyor ve yok oluyordu, sadece tek bir el hareketi ile. Kılıç saf alevdendi o kadar sıcaktı ki diğer kılıçlara temas ettiği anda onları eritiyordu. Bir anda mağaranın içi tekrar aydınlandı ve biraz önce kaçtığı sesin sahipleri önünde diz çökmüştü, konuşuyorlardı. "Alevlerin yeni efendisine ant olsun ki hayatımızın son anına kadar onun için savaşıp düşmanlarını yok edeceğiz!" Bunlar ruhtu, alevin ruhları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölgenin Dönüşü #Wattys2016
FanfictionJ.R.R. Tolkien'in efsanevi orta dünya evreninde geçen Yüzüklerin Efendisi'nin devamı olarak yazdığım hikayedir. Yorum ve Eleştirilerinizi bekliyorum.