Nerede olduğumu ya da buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum. Üzerimdeki beyaz tül elbise dikkatimi çekmişti, inceledim. Dokundum; uzuncana yerde sürünüyor, dümdüz ve klasik. Bir yandan da güzel duruyordu, hoş bir sadeliği içine çekmişti. Ellerime baktım, biraz solgun gözüküyorlardı. Ellerimle saçlarımı kavrayıp geriye doğru attım ve etrafa göz gezdirmeye başladım. Her yer o kadar yeşildi ki... Tek bir yer hariç; bir uçurum fakat hemen önünde bir yapıt vardı. Değişik, anlamlandıramadığım, duruşu davet eden ve de oldukça asil.
Yerlerin toprak kahvesi, ağaçların gövdesindeki renk karışımıyla yarış yapar gibi benziyorlardı birbirlerine. Onları süsleyen ağacın yaprakları yemyeşil bir örtü gibi örtmüştü bu hoş kahve renklerini. Muazzam bir koku vardı etrafta. Cennet gibiydi; içime çektikçe daha da güzelleşen, daha diri yapan ve vücudumu, hatta zihnimi açan bir oksijen vardı havada. Tebessüm etmekle yetinerek bu harika doğaya biraz daha göz gezdirdim. Bunları böyle yakından görüp şahit olmak, hissetmek bambaşka bir şeydi. İnsanın ruhunu açan cinstendi. İleriye, uçurumun olduğu yere doğru baktığımda orada duran yapıta doğru ilerledim. Galata Kulesi'ni andırıyordu fakat üst kısmı çapraz bir şekilde eğikti ve üstü açıktı. Dış cephesi üst üste koyulmuş taşlardan ibaret gibiydi fakat öyle olmadığına emindim. Biraz daha yakınlaştığımda daha da olağanüstü bir yapıt ile karşı karşıya olduğumu fark etmem çok zamanımı almamıştı. Çok sadeydi aslında fakat tuhaf bir çekiciliği, bir farklılığı vardı. Her bir adımda göğüs kafesim heyecanla çarpıyor ve daralıyordu.
Girişi beklediğim gibi değildi. Bir kapısı yoktu, apaçık bir yer vardı. Güneş bütün ışıklarını sanki bu yapıtın üzerine göz yaşı döker gibi indirmişti. Yerdeki yapraklar bile harika duruyordu insan gözünde. Etrafa göz gezdirdiğimde yukarıya doğru çıkan merdivenleri fark etmiştim. Görmemek imkansızdı. İçi çok boştu. Her yerde dışarıya göz atmak için oyulmuş pencere büyüklüğünde delikler... Merdivenler de aynı bu yapıtın duvarlarındaki taşlardan yapılmıştı. En tepeye kadar dönen merdivenler yukarıya baktıkça başımı döndürüyor gibiydi. Ve o tepeden inen güneş ışıkları başımdan aşağı süzülüyor, ruhumu sarıp sarmalıyordu bu yapıtın tam da ortasında. Ellerimle elbisemin etek kısmından tutup ilerledim merdivenlere doğru. Ayaklarım çıplaktı, içimde hiç bir şey yoktu elbiseden başka. Üşümüyordum, hissettiğim tek şey buradaki doğa harikası olan şeylerdi. Bu hava, bu orman ve bu uçurum hatta biraz da güneşin kırık ışıkları. Her şey haddinden fazla mükemmeldi. Merdivene doğru bir adım attığımda ayaklarımda hafiften bir soğukluk hissetsem de bunu o kadar önemsemedim. Yavaş yavaş çıkmaya devam ettim, her bir basamakta göğün varlığını ve onun başka bir havası olduğunu hissettim içimde. Basamaklar önce kirik üstü, daha sonra sihirli merdiven olarak devam ediyordu. Nefesim kesilecek gibiydi, anlamsız bir heyecan vardı üzerimde, ilk defa bir uçurum kenarına gelmiş ve ilk defa nefes alıyormuş gibiydim.
En tepeye ulaştığımda terası andıran bir yer vardı fakat kenarlarında hiç bir şey yoktu. Ne koruyucu bir beton parçası vardı ne de demirler. Gözlerimi kapattım, bu tarifsiz havayı en derin şekilde içime çektim. Bir gülümseme belirmişti solgun yüzümde. Gözlerimi açtığımda ise karşılaştığım manzara iyice tebessüm etmeme neden olmuştu. Tam karşımda uçsuz bucaksız bir okyanus vardı. Gökyüzü ile birbirine yapışmış, mavinin tüm tonlarını kendilerine hapsetmişti. Dalgaların sesi kulağıma bir ninni gibi gelse de bu asi dalgalar uçurumun dibindeki kayalarla oldukça kavgalıydı. Çok sert çarpıyordu.
Bir adım atıp aşağıya göz attığımda dalgalarla kayaların o sert çarpışmasına bu sefer sadece kulaklarım değil gözlerim de şahit olmuştu. Bu yapıt, uçurumun en ucundaydı ve en güzel yerindeydi. Bir yerde derin köklü ağaçlarla kaplı bir orman, bir yerde ucu bucağı belirsiz bir okyanus, bu iki güzel varlığın tam ortasında ise insan eli değmiş eski bir yapıt. Sadelikten doğan, gösterişten uzak, oyulan her bir delikten gözüken o muhteşem manzara. Bir taraftaki oyuktan gelen yeşil ağaç yaprakları zemini süslüyordu. En tepeden gelen güneş ışıkları buraya ekstra bir güzellik katıp daha da şahlandırıyordu. Okyanusa açılan oyuklar ise dalgaların kıray havasını getiriyordu bu yapıtın içine. En üstte ise özgürlük vardı. Bulunduğum yer özgürlüğün adresiydi. Kollarımı iki yana açtım. Ormanı arkama, okyanusu önüme aldım. Bu ikisi arasında köprü gibi olmuştum orada.Güneş ışıkları şahit olmuştu köprü olmama, onaylar gibi daha da çok parlamıştı. Dalgalar iyice coşmuştu, ağaç yaprakları daha uzağa uçuyorlardı. Ben, canlanıyordum. Ruhum bu seslerle, kendini iyileştiriyordu. Bu köprü, çok güzeldi. Bu yapıt harikuladeydi. Bu dalgalar sonsuzdu ve bu orman derinliklerle kaplıydı.
Ruhum iyileşiyordu, güneşin şahitliğinde.
Sihirli merdiven: Sadece basamak zemininden oluşan bir merdiven.
Kıray: 1.Delikanlı, 2.Asi, yol kesen.
Kirik Üstü Merdiven: Bir merdiven modeli.