Hoyrat rüzgarların nefesimi kestiği o dar sokakta yürürken düşündüğüm tek şey bir önceki geceden kalan hayal kırıklığıydı. Yalnız kalmak istesem de iç sesim her seferinde bana eşlik ediyor ve bu yalnızlığı onunla paylaşmak zorunda kalıyordum. Haliyle adı 'yalnızlık' olmuyordu.
Adımlarım, bildiğim caddelere misafir olurken gözlerim bambaşka bir yere takılmıştı.
"AKREP CAFE"
Giriş kapısı kabaca bir yapıydı. Biraz daha ilerledim; güzel görünüyordu. Rüzgara daha fazla dayanamamış ve içeri girmiştim. Sıcaktan gözlerim bir anda dolmuş, yanaklarım hemencecik ısınmıştı. Ellerimi cebimden usulca çıkartırken, etrafı izliyordum. Duvarların bej renginde olmasına karşın, asılı duran bir kaç parça tablolar koyu renkliydi ve uyumluydu. Masalar ve sandalyeler yine koyu tonlardaydı. Genel olarak renkler uyumsuz olsa da, burası inatla çekici geliyordu insana. Sağdan ve soldan gelen merdivenler ortada buluşup oradan da yukarıya uzanıyordu. Üst kat, daha sakindi. Ve daha çekici.
Yine etrafı süzerek üst kata doğru ilerledim. En köşedeki boş masaya geçtim ve ellerimi cebime koydum. Hemen karşımda duran saat ise son bir kaç saniyede odak noktam olmuştu. Kahverengiden kırmızıya doğru geçen renkler birbirini tamamlarcasına bütün oluşturmuştu sanki. Duvarda dev bir akrep modelli saat vardı.
"Hoş geldiniz." dedi tiz bir ses. Gözlerimi sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde garson kızı gördüm. Gülümsemekle yetindim, konuşmaya mecalim yoktu. Vücudum yeni yeni ısınmaya başlamıştı. "Bunu size bir beyefendi göndermemi istedi, menüye ihtiyacınız yokmuş." dedi. Anlamsız bakışlarım kızın elindeki nota gitmişti. Önüme bıraktı ve yine gülümseyerek gitti. Etrafıma göz gezdirirken bir yandan notu aldım. Dikkat çeken kimse yoktu ya da ben göremiyordum. "Ne bu şimdi?" dedim iç çekerek. Yazıyı okuyunca ise kalbim anında teklemeye başlamıştı.
"Bebeğim, seni kolluyorum."