Bir insanın, en tehlikeli, aynı zamanda en savunmasız olduğu an, düşüncelerin içinde boğulduğu zamandır. Düşünceler, ruhumuzu ele geçirirken her şey bizim için arafta olmaya başlar.
Mutfakta, Araf'ın bakışları altında doğradığım tavuklarla beraber bunu düşünüyordum. O ise hemen yanımda mantar soteyi yapıyordu. Ne düşündüğünü çözemiyordum, hoş Yankı gittiğinden beri yüzüne bakmıyordum orası ayrıydı.
Bana rağmen o, sanki bir zihin okuyucu gibiydi. Yandan bir bakış attığımda benim neler düşündüğümü anlıyormuş gibi gözüküyordu. Bu hâli beni ürkütmüyor, desem yalan olurdu.
Aradan geçen yaklaşık 40 dakika sonunda, sessizlik içerisinde mantarlı tavuk soteyi yapmış ve masada oturmuş yiyorduk. İkimiz de düşüncelere dalmış gibiydik. Benim aklım sürekli olarak babama kayıyor ve birini öldürmüş olma ihtimalini düşünüyordum.
"Yankı gelirken giyecek bir şeyler de getirdi. Üzerini değiştirmek istersen misafir odasında kıyafetler." Kafasını kaldırmadan, düz bir sesle söyledi bunları.
"Misafir odası nerede?" diye sordum.
"Yukarı katta, solda." Bakışlarını kaldırdı ve birkaç saniye yüzümü inceledi, ardından tekrar yemeğini yemeye devam etti.
Misafir odası, demesine sevinmiştim. Tek inanç kaynağım, bu evde geçici biri olmamdı. Yani umarım öyle olurdu...
"Yarın işe gitmem gerekiyor, kapıda korumalar olacak. İstediğin bir şey olduğunda onlara söyle, bana haber ederler." Keskin bakışlarını gözlerime çıkardı. "Sakın yanlış bir şey yapayım deme. Bedeli senin için ağır olur." Sesindeki gerçekçi tını kalbimin korkuyla atmasına sebep oluyordu. Kafamı sallayarak onu onayladım. Şimdilik sözünü dinlemem gerekiyordu.
2 hafta sonra...
Onu neredeyse 2 haftadır doğru düzgün görmüyordum. Sabah kalktığımda gitmiş oluyordu ve geceleri çok geç geliyordu eve. O saatlerde uyumuyordum ve onun eve gelmesini bekliyordum. Her gece eve geldiğinde beni kontrol ediyor sonra uyuyordu. Tabii o sırada, mükemmel oyunculuk yeteneğimi kullanarak uyuyor numarası yapıyordum.
Çorbayı karıştırıp altını kıstım. Neredeyse her gün yemek yapıyordum ve ona da ayırıyordum. Sabah kalktığımda onun da yemekten yediğini görüyordum. Bu artık bir rutin hâline gelmişti.
Evde sıkıldığım aşikârdı. Genelde kitap okuyor ya da radyodan müzik dinliyordum. Sürekli ev ile ilgiliydim. Arada pencereden dışarıya bakarak koruma sayısını hesaplıyor ve tiplerini anlamaya çalışıyordum. İleride herhangi bir şey yaparsam bu bilgiler işime yarayabilirdi.
Korumaların arasında kumral saçlı ve yapılı bir adam vardı. Adını henüz bilmiyordum fakat onun diğerlerine göre rütbesinin daha üstte olduğunu anlayabilmiştim.
Oturduğum sandalyeden kalktım ve kaynayan çorbanın tadına baktım, damağıma yayılan tadın tuzu az geldiğinde, avucuma biraz tuz alıp çorbaya kattım ve bir kere daha karıştırdım. Çalan kapının sesini duyunca şaşkınlıkla kaşlarım çatıldı. Araf olsaydı direkt kendi anahtarı ile girmiş olurdu, korumalarla da fazla konuşmuyordum.
Merakla mutfaktan çıktım, büyük salondan geçerek kapıya ulaştım. "Kimsiniz?" diye sordum, yükselen sesimle.
"Nur hanım, ben Semih. Araf Bey'in korumasıyım. Bir şey lâzım mı?" Sesi olması gerekenden fazla kalın ve boğuk çıkıyordu.
"Hayır, bir şey lâzım değil." Sesimin tonu hâlâ yüksekti duyması için. Kapıyı açıp açmamakta kararsızdım.
"Birazdan Yankı Bey'in kardeşi gelecek. Haber vermek istedim." Yankı'nın kardeşi mi? Kimdi bu kişi ve neden geliyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığıma Sığındım
Ficção GeralSimsiyah gözlerinin karanlık girdabına çekmişti beni. Oradan nasıl çıkacaktım, çıkmak istiyor muydum, bilmiyordum. Bildiğim ve bilmekten nefret ettiğim tek şey vardı: Ben, bir yabancıya, o bilmeden vermiştim kalbimi... Dikkat!! Bu hikâyede yetişkin...