Sarılmak; insanı negatif duygulardan arındıran güzel bir eylemdi. Sarılmak; rahatlatıyor ve duyguları yeniliyordu. Araf'a sarılmak ise güven veriyordu. Sarılmak güzeldi...
Her zaman olduğu gibiydim. İçim, dışıma çıkarcasına ağlamamın ardından neredeyse on beş dakika geçmişti ve ben ağlamayı kesmiş, ruhsuz bakışlarımı duvara dikmiştim. Bu hep böyle oluyordu; ağlamak ruhsuzlaştırıyor, hissizleştiriyor ve soğuk bir buz kitlesi hâline getiriyordu beni.
Ben susana, sakinleşene kadar sarılmıştı bana. Şimdi ise hemen ilerideki siyah renkli, kadife tekli koltuğa oturmuş, gözlerini benden ayırmadan bir şeyler düşünüyordu. Hemen yanımdaki gece lambası açıktı, sırtımı yatak başlığına yaslamıştım ve karnıma bükerek yasladığım bacaklarımın etrafına kollarımı sarmıştım. Çenem ise dizlerimin üzerindeydi.
Araf'a bakmıyordum fakat hâlâ bakışlarının noktası ben olduğumu hissediyordum. Dakikalarca kulağıma iyi olacağımı fısıldamış ve bir saniye olsun ben susmadan kollarını benden ayırmamıştı.
"Teşekkür ederim..." diye mırıldandım en sonunda. Bakışlarımı ona çevirmemiştim.
"Teşekkür edilecek bir şey yok." dedi, katı sesiyle.
"Beklemiyordum." diye fısıldadım ama o bunu duymuştu. Ne demek istediğimi anlayamayabilirdi. Onun, bana sarılıp teselli etmesini beklemediğimi söylemeye çalışmıştım.
"Vicdansız biri değilim." dedi. "Hakkımda ne düşünüyorsun bilmiyorum ama çaresiz bir kızı, hor görecek değilim." Usulca bakışlarımı ona çevirdim. Gece lambasının soluk ışığı, onun oturduğu yere ulaşamıyordu ve onun yüzüne, hemen dibindeki penceredeki ayın doğal ışığı vuruyordu. Anladığım kadarıyla da kaşları çatıktı.
"Hor görmediğin kızı, çaresiz bırakan kişi de sensin." Duygusuz ve alaycı karışımla güldüm. "Fazla ironikmiş."
Hiç değiştirmediği yüz ifadesiyle, öylece izledi birkaç saniye beni. "Laf da sokabildiğine göre artık iyisindir, ben uyumaya gidiyorum." Onu alaşağı etmemden hoşlanmıyordu, haklı olduğumu pek tabii biliyordu.
Tam ayağı kalkacaktı ki, onu durdurmak amacıyla sordum: "Nasıl hissettin?" Şaşkınca bana çevrildi bakışları ve tekrar yerine oturdu. Çatık kaşları altından sorarcasına bana bakıyordu. "Değer verdiğin birini elinden aldıklarında, hayatından çıkardıklarında... Nasıl hissettin?"
Yüzüne yayılan durgunluğu fark ettiğimde yanlış bir şey yapıp yapmadığımı sorguladım. Aradan geçen dakikalar ardından gözünü boşluğa dikmiş, sesini çıkarmayan Araf'ın konuşmayacağına ikna olmuştum. Sesli bir şekilde nefesimi verdim ve daha rahat oturmak için kıpırdandım.
"Kabullenemiyorum." diye mırıldandı, donuk sesle. "Onun öldüğünü kabullenmiyorum. Her an çıkıp gelecekmiş gibi. Bizim iyiliğimizi düşünüp azarlayacakmış gibi..." Çatılan kaşları ardından, bakışlarını pencereye çevirdi ve dışarıdaki karanlığı seyrediyor gibi davrandı, oysa bunu dolan gözlerini saklamak için yaptığı aşikârdı.
"Babamın yaptığını nereden biliyorsun peki? Nasıl bu kadar eminsin ve beni kaçırabiliyorsun?!"
Bakışları saniyesinde beni buldu. Kara gözleri alev alevdi. "Emin olmasam neden seni kaçırayım?! Senin baban bir katil! Senin sandığın gibi masum bir iş adamı değil! Bunu o aklına soksan iyi edersin!" Bastıra bastıra kurduğu cümleler nefessiz kalmama yetmişti. İçindeki büyük öfkeyi görebiliyordum.
"Senin derdin babamlaysa onunla halletsene işini! Beni değer verdiğim insanlardan uzak tutuyorsun, farkında mısın?!" Sesim çatlıyordu fakat yine de tavrım netti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığıma Sığındım
Ficção GeralSimsiyah gözlerinin karanlık girdabına çekmişti beni. Oradan nasıl çıkacaktım, çıkmak istiyor muydum, bilmiyordum. Bildiğim ve bilmekten nefret ettiğim tek şey vardı: Ben, bir yabancıya, o bilmeden vermiştim kalbimi... Dikkat!! Bu hikâyede yetişkin...