Hiç kendinizi bile sorguladığınız, her şeyden şüphe ettiğiniz, çaresiz hissettiğiniz bir dönemden geçtiniz mi? Herkesin aklına öyle bir dönem gelmiştir. Hani şu ağlamak isteyip bir türlü başaramadığımız, boğazımızdaki düğümü geçirmek için çocuk masumluğuyla yutkunmaya çalıştığımız, tırnaklarımızı avuçlarımıza batırıp üzerimize yapışıp kalmış çaresizlikten kurtulmaya çalıştığımız zamanlardan bahsediyorum.
O zamanlar ne kadar karmaşık gelir her şey, değil mi? Sanki kader elindeki kalemle bizim hayatımızın ortasını karalamış gibi hissederiz. Hiçbir anlamı olmayan, ucu bucağı belirsiz bir karalama. Oysa üzerinden biraz zaman geçtiğinde çaresizliğin yerini yavaş yavaş alışkanlık alır. En kötü anılarımızın bile üzerine bir set çeker hayat ve yeni fırsatları önümüze sunar. Tek yapmamız gereken o fırsatları karanlıkta kalmış dahi olsa bulup çıkarmaktır ama biz bir kere kırıldığımız için görmek istemeyiz. Korkarız ve karanlığa sığınırız. Bu belki de yaptığımız en büyük hatadır. Vazgeçmek.
Benim için bu dönem üç yıl geride kalmıştı ama Cankat karşıma çıktığında yeniden çaresizliğin kollarına bir adım atmıştım. Ancak ben korkup karanlığa sığınmak yerine savaşmak zorundaydım. Bazı şeyleri kabullenmeli ve yoluma devam etmeliydim. Söylemek ne kadar da kolaydı.
Göz kapaklarım yorgunluğun etkisiyle ağırlaşıyordu. Saçlarımın bile omuzlarıma ağır geldiğini hissediyordum bu aralar. Kirpiklerime tonlarca ağırlık bağlanmış gibiydi, gözlerimi aralayamıyordum. Başımı geriye yaslayarak nefesimi yavaşça dışarıya bıraktım. Dün olanlar zihnime doluştuğunda tebessüm etmeden yapamadım.
Barda çıkan kavgadan sonra kendimizi karakolda bulmuştuk. Geceyi orada geçirmemizi sağlayabilirlerdi. Fakat şanslıydık ki Cankat duruma el atmıştı. Tamam, ceza olarak biraz içeride kalmamızı sağlamıştı ama birkaç saate oradan çıkmıştık.
Sabaha kadar dolaşmış, bir ara depomuza uğrayıp veda etmiş, kendi mekanımız olarak benimsediğimiz Kuzey ve Giray'ın evinin çatısında oturmuştuk. Tüm bu süreçte Cankat Atakol bir an olsun yanımızdan ayrılmamıştı ve Kuzey her yere onun da gelmesinden rahatsız olmuştu. Yine de bize yardım edecek olan bu adama sesini çıkarmamıştı.
Evin çatısından mahalledeki her yer görünüyordu. Çocukluğumuzda kimin canı sıkkın olsa gizlice ya oraya ya da köşedeki küçük parka giderdi. Bu bir alışkanlık haline gelmişti, aramızdan biri ortada uzun süre görünmediğinde bakacağımız ilk iki yerdi buralar.
Sabah güneş doğduğunda önce mezarlığa uğradık. Ayaklarım geri geri gitti, yaklaştıkça anıların soğuk ve sıkı parmakları kalbimi sıktı. Cankat bu kez bizimle gelmek yerine arabada beklediğinden omuzlarımı dik tutmak için kendimi zorlamayı kesip tüm güçsüzlüğümle yürüdüm.
Mezarlığa girdiğimde neredeyse her gün yaptığım gibi annemin mezarına yöneldim, ezberimde olan dönemeçlerden geçtim. Güllerle süslenmiş mezarı gördüğümde iç çekerek yaklaştım ve soğuk mermere oturdum. "Seni fazla rahatsız ediyorum değil mi?"
Cevap vermesini bekledim. Çaresizce, sanki bir yanıt alabilecekmiş gibi sessizliği dinledim. Ama o yanıt hiç gelmedi. Mezarlığın tepesinde, ağaçların arasında dolaşan kuş sesleri dışında hiç ses yoktu. Dudaklarım hüzünle aşağıya doğru sarktı. Annemin toprağında elimi gezdirdim. Küçük bir çocukken bile doğru düzgün iyi bir anım olmamıştı. Hep başımı belaya sokardım. Evdeki kavga asla bitmezdi. Hem ben hem de babam onu çok üzmüştük. İkimiz de onun gibi birini hak etmiyorduk. "Gitmem gerekiyor anne. Seni burada bırakmak istemezdim ama beni anlayacağını biliyorum."
Ama o beni hiç anlamamıştı ki, şimdi nasıl anlayacaktı? Sesimi duymamıştı, çığlıklarıma kulaklarını kapatmıştı, gözyaşlarımı görmemek için sırtını dönmüştü. Beni anladığında her şeyin daha da kötüye gideceğini biliyordu belki de. Buruk bir iç çekişle gözlerimi mezar taşında gezdirdim. Ebru Oray. "Gerçek ailem olmadığınızı öğrendim biliyor musun?" diyerek güldüm kendi kendime. Bu yüzden mi beni anlamak istemedin anne? "Üzülme, her zaman sen benim annem olarak kalacaksın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İzdüşüm
Fiksi RemajaGalibiyet yalanlarla ilmek ilmek örülmüş ipin ucunda bekliyordu ve bu mücadeleyi yalnızca bir cambaz kazanabilirdi. Tüm hünerlerini sahne ışığında gösterebilecek, gözler üzerindeyken hata yapmadan ipin üzerinde gerekeni yapabilecek bir cambaz. O ipi...