Bölüm 39

109 14 11
                                    

"Habersiz bırakmayın beni."diyen Nana dolan gözlerini saklamaya çalışıyordu ama yaşlar yüzünden parıldayan gözlerini saklayamıyordu.

"Sen de öyle!"demiş Gahyeon ve onun için hazırlanan arabaya binmişti. Gerçi onunkisi araba değil, bir karavandı. Biraz gezmek ve kafa dinlemek istiyordu.

Nana gülümsedi ama hemen ardından dudaklarını birbirine bastırdı. Ağlamak üzereydi.

Elinde büyüyen kızları yuvadan uçuyordu. Hoş, merkezleri pek bir yuva sayılmazdı ama kızlar buralarda büyümüştü.

Yoohyeon da dolu gözlerle Nana'nın boynuna kollarını doladığında Nana gözünden birkaç damla yaşın akmasına izin vermişti.

"Harika bir anne olacaksın."demişti Nana Yoohyeon'un kulağına doğru. Yoohyeon Nana'dan ayrılırken burnunu çekmiş, kafasını olumlu anlamda sallamıştı.

"Sen de harika bir anneydin Nana. İyi ki beni bulmuşsun."derken kızarmış burnuyla çok sevimli görünüyordu Yoohyeon. Annelerini bekleyen Yeonjun ve Mark ikilisi binecekleri arabaya yaslanmış, olanları izliyordu.

Kolay değildi. Uzun zamandır birliktelerdi. Her zaman birbirleriyle birlikte olmuşlardı. Bir şey olsa, bir yan odada kalan kişiye gidiyor ya sabahlara kadar konuşuyorlardı ya da içiyor daha sonra sızıyorlardı.

Hep birlikteydi onlar. Şimdi hepsi farklı bir yere gidiyordu.

Gahyeon kendine yetecek kadar olan karavanıyla ufak bir tura çıkacaktı. Belki daha sonra bir ev tutar hatta belki de işe başlardı.

Yoohyeon, evlatlarıyla birlikte çok beğenerek aldıkları eve gidecekti. Oğullarıyla birlikte arka bahçelerinde futbol oynardı ya da mutfakta onlarla birlikte hamur işleri yapar daha sonra da oturur yerlerdi. Anneler böyle yapardı, değil mi?

Handong onu asla bırakmayan sevgilisi Taehyung ile bir ev satın alıp, her kızın hayali olan evli mutlu çocuklu olayını gerçekleştirebilirdi. Ah, kimi kandırıyordu! Handong için anne olmak çok... Erkendi? Kendisinde anne olacak cesareti bulamıyordu. Belki daha sonra. Biraz gezerlerdi, Handong uzun zamandır Çin'e gitmemişti. Memleketine gitmeyeli epey olmuştu.

Yoobin, Eunhee'nin alt üst olmuş düzenini rayına oturtmalıydı. Ya da yepyeni bir düzen kurmalıydı. Buna yolda karar verecekti. Kızına sorar, birlikte karar verirlerdi. Namjoon'dan uzakta, sakin bir hayat süreceklerdi.

Minji, şu ulusal güvenliğin yerine kurulacak ama ulusal güvenlikle yakından uzaktan alakası olmayacak yerin Japonya ayağının başında olacaktı. Kim bilir belki kendisine bir kısmet bile bulabilirdi. Belki de ihtiyacı olan buydu. Hayatı şimdilik 'belki'lerle doluydu. Bu iyiydi. Minji'ye göre 'keşke'ler olacağına 'belki'ler olsa bir şey olmazdı.

Siyeon... O planı olmayan tek kişiydi. Yola çıkacaktı ve yol onu nereye götürürse gidecekti. Bir ev alırdı, işe başlardı. Kendisi de bilmiyordu.

Kızların kimisi ağladı, kimisi göz yaşlarını sakladı... Zor da olsa vedalaştılar.

Hepsi arabalarına binip merkezi terk ederken arkalarında gözü yaşlı Nana'yı bırakmışlardı.

*******

Kızların peş peşe giden arabaları her yol ayrımında azalıyordu. En son Siyeon'un arabası kalmıştı. Nereye gideceğini bilmediği için herhangi bir yol ayrımına sapmamıştı. Dümdüz ilerliyordu.

Aklına gelen yer ile yüzüne ufak bir gülümseme yerlemişti.

Vitesi arttırıp, ezbere bildiği yere sürmeye başladı.

Yoongi'nin de oraya geleceğini bilmeden.

Siyeon, arabasını manzarayı güzel görecek şekilde park ettikten sonra anahtarını eline alıp arabadan indi.

Kapıları kilitleyip ne zaman daralsa geldiği yeri yukarı doğru kıvrılmış dudaklarıyla izledi.

Mutluydu.

Mutlu olmaması için hiçbir sebep yoktu.

Özgürdü.
Hakkında bir arama emri yoktu.
Hep hayalini kurduğu normal hayatı yaşayabilecekti.
Ama... Ama bir şey yanlıştı. Yanlış geliyordu. Hatta belki de eksik. Emin değildi.

Arabanın kaputuna yaslandı. Gözlerini kapatıp, temiz havayı içine çekti. İçine çektiği havayı yavaşça dışarı verirken, eş zamanlı olarak da gözlerini aralamıştı.

Siyeon sakince manzarayı izlerken, arabasının yanına başka bir araba park edilmişti.

Harika!
Yalnız başına kalma aktivitesi son bulmuştu.

Siyeon sinirle nefes verip arabasına yönelirken yeni gelen arabanın şöforü inmiş, koşarak arabasına binmek üzere olan Siyeon'u bileğinden kavrayarak durdurmuştu.

Siyeon siniri gram azalmamış, aksine artmış bir şekilde bileğinde elin sahibine döndüğünde gördüğü yüzle yutkunmıştu.

Yine.
Ve yine.

Karşısındaki kişi Min orospu çocuğu Yoongi'ydi.  

Sertçe bileğini çekerek, onu yakalayan elden kurtuldu.

"Burada ne işin var bilmiyorum, gram ilgilenmiyorum. Şimdi de gidiyorum."demiş ve arabasının kapısını açmıştı Siyeon. Ama Yoongi Siyeon'un açtığı kapıyı hiç zorlanmadan kapatmıştı.

"Konuşabilir miyiz?"derken oldukça sakin gözüküyordu Yoongi. Siyeon o an konuşmasa bile bakışlarındaki nefret her şeyi anlatıyordu. Yine de konuştu.

"Hayır."

"Sadece, özür dilememe izin ver."

"İstemiyorum arkadaşım. Senin özrünü falan istemiyorum! Senin özür dilemen Bora'yı geri getirmeyecek ya da aptal arkadaşın Namjoon'un el kadar çocuğa yaşattıklarını düzeltmeyecek! O yüzden özür dilemen bir boka yaramayacak. Şimdi siktir git."

"Seni seviyorum."

Yoongi bunu o kadar ani bir şekilde söylemişti ki, Siyeon'un sindirmesi için gözlerini kapatıp derin bir nefes alması gerekmişti.

"Ben seni sevmiyorum. Tüm olanlardan sonra da sevmeyeceğim."demiş ve arabasının kapısını açmıştı sonunda Siyeon. Bekletmeden şöfor koltuğuna geçtikten sonra arabayı çalıştırmıştı.

Siyeon arkasına bakmadan oradan çıkarken, Yoongi her gün yaptığı gibi kendisine küfür etmeye başlamıştı.

O gün, Siyeon'a göre, Yoongi ile aralarında olan her şeyin bitişi olmuştu. Gelecekte olacak şeylerden haberi dahi olmadan...

Ma City ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin