Bölüm 10

117 13 6
                                    

YOOHYEON

"Bu çok aptalca bir fikir."Bora hem söyleniyor hem de malzemelerini ceplerine yerleştiriyordu.

"Sonucuna odaklan."demişti Minji siyah saçlarını at kuyruğu şeklinde toplarken.

"Ya sonucu kötü olursa?"

"Eh, ona yapacak bir şeyimiz yok."dedim ve yerde duran çantamı alıp odadan çıktım.

Normalde Bangtan Seul'deydi. Seul onların kontrolü altındaydı, onların şehriydi.

Geçenlerde Seul'e gidip, Jongin'i alıkoyup ondan bilgi almamız onları birazcık kızdırmıştı. Japonya'ya gelip, Faz 2 depomuzu basmışlardı. Eh, sonra biz de baskının ortasında gelip adamlarımızı kurtarmıştık. Onlar da bir süre daha Japonya'da kalmaya karar vermişlerdi. Daha doğrusu yeni satış noktalarını burada seçmişlerdi.

"Çıkıyoruz."Yoobin'in konuşmasıyla derin bir nefes alıp, onu takip ettim.

Kapının önünde bekleyen minibüsümüze bindik. Yoobin şöfor koltuğuna geçip arabayı çalıştırdığında Jimin'le buluşmama dakikalar kalmıştı.

Gerginlikten terleyen ellerimi pantolonuma sildim.

"Biz... Şayet konuşumayı başarabilirsek, sen ne yapacaksın?"Handong'un sorusuna Siyeon omuz silkip cevap verdi.

"Yoongi'yi pataklamamaya çalışacağım."

"Fazla vaktimiz olmayacak, biliyorsunuz. Malları alması için ulusal güvenliği çağıracağız. Gahyeon, kameraları hallettin mi?"Yoobin dikiz aynasından arkaya bakarak konuştuğunda Gahyeon kafasını olumlu anlamda salladı.

"Jungkook satış yapacakları yerin kameralarını açık bırakacak kadar aptal değil. Halletmiş bile."

"Peki diğer kameralar? İzimizi bulabilecekleri herhangi bir kamera?"sorusuna yine Gahyeon cevap verdi.

Ben cevap verecek durumda değildim. Heyecandan titrememek için kendimi sıkıyordum. Onun nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordum. Kollarını açıp, bana sarılmazdı. Jimin, kinci bir insandı.

"Jungkook onları da halletmiş. Ama birkaç tane gözden kaçırdığı vardı, onları da ben aradan çıkardım."Yoobin kafasını olumlu anlamda salladı.

Yoobin'in de kafasının düşüncelerle dolu olduğunu anlamak zor değildi. Olanlardan kendisini suçluyordu. Bunu bize hiç söylememişti ama... Hadi ama! Onu neredeyse on yıldır tanıyordum. En ufak hareketinden aklından ne geçtiğini anlayabilirdim.

"Mekana son iki dakika. Eğer ellerinde şu işe yarayan zımbırtı varsa, geldiğimizi görmüş olmalılar."diyen Yoobin'den sonra derin bir nefes aldım.

Bakışlarım bileğimdeki bilekliğe takıldığında kalp atışlarımın çok yüksek olduğunu gördüm.

Kafamı arkaya yaslayıp, derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapatıp, olumlu şeyler düşünmeye çalıştım. Hoş, onca yıldan sonra ne kadar olumlu bir şey olabilirdi... Şüpheli.

Minibüs durduğunda, gözlerimi açıp bakışlarımı etrafta gezdirdim.

Terk edilmiş bir depoydu. Ne şaşırtıcı!

Önce Yoobin indiğinde peşinden biz de inmiştik. Belimdeki silahımı elime alıp, diğer elimle desteklerken içeri girmeye başlayan kızları takip ettim.

Resmen bela ve kan kokan depo yüzünden midem bulanmıştı. Biraz yürüdükten sonra, deponun ana kısmına gelmiştik. Karanlık olmasına rağmen, parıldayan yedi çift gözü görmek hiç de zor olmamıştı.

Gahyeon elindeki telefondan birkaç bir şey yaptıktan sonra karanlık depo aydınlanmıştı. Masanın kenarına yaslanmış, elindeki silahıyla bekleyen Namjoon Yoobin'le göz göze gelince silahını yavaşça indirmişti. 

Namjoon'un arkasında duran Jimin'i ve bana olan bakışını gördüğümde yutkunmadan edememiştim.

"Beyaz bayrak. Konuşmak için buradayız."Yoobin silahını belindeki yerine koyarken ellerini teslim olurcasına havaya kaldırmıştı.

Biz de onu takip edip, silahlarımızı yerine koyduk.

"Ne konuşacağız? Bizi nasıl yarı yolda bıraktığınızı mı?"Namjoon silahını arkadaki masanın üzerine sesli bir şekilde bıraktığında Yoobin boynunu kırtlatıp, derin bir nefes aldı.
Yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirip,
"Tam olarak bunu konuşmak için buradayız."dedi.

Namjoon arkasına dönüp, grubuna baktı. Onların bir dakikadan az süren, bakışarak konuşmaları sonucunda Namjoon yeniden bize döndü.

"Peki."

Namjoon'un konuşmasından sonra Taehyung elindeki silahını yere atıp, koşar adımlarla Handong'u kolları arasına aldı.

Onların bu hali, yüzümde bir gülümseme oluştururken bakışlarımı Jimin'e çevirdim. İfadesiz bir şekilde bana bakıyordu.

Pekala Yoohyeon, ya şimdi ya hiç.

Derin bir nefes alıp, Jimin'in yanına doğru yürüdüm. Onun tam önüne geldiğimde sadece bana bakıyordu. O an... Her şeyi boş verdim. İşim, Nana, kazandığım daha doğrusu çaldığım paralar... Hepsi önemsizdi. Önemsediğim tek şey, oydu.

"Özür dilerim."gözlerimin dolmasını engelleyemezken, o da bakışlarını yerden bana çevirmişti.

Burnum hüngür hüngür ağlayacağımın belirtisi olarak sızlamaya başladığında Jimin yaslandığı yerden ayrılıp, kollarıyla beni sardı.

"Çok sinirliydim. Yemin ederim. Seni görünce yumuşamam sanmıştım. Bende bıraktığın etkiyi unutmuşum."dediğinde gözümden akan yaşlarla ona döndüm.

"Çok özür dilerim. Çok çok çok özür dilerim."saçlarımın arasına öpücük kondurduğunda hem gözlerimden yaşlar şırıl şırıl akıyor hem de gülümsüyordum.

Ma City ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin