1

925 78 56
                                    

güneş zamanın ne kadar çabuk geçtiğini hatırlatmak istercesine beyaz değil turuncu ışık yaymaya başladı, giderek ufka yaklaşıyor. alnımdaki teri elimin tersiyle silip elimdeki tahta sopayla sertçe karşındakinin boşta kalmış koluna vurdum.

"şimdi de kolunu kaybettin donghyuck."

donghyuck elindeki sopayı bir kenara atıp sözüme kulak asmadan sırtını toprağa yasladı. hızla inip kalkan göğsünü işaret ederek beklememi söyledi. yüzümü memnuniyetsizlikle buruşturup başımı iki yana salladım.

"bu kadar çabuk yorulamazsın, sen koryo'nun bir askerisin. her asker-"

"durup dinlenmeyi değil kalkıp savaşmayı düşünmelidir evet bunu yüzüncü kez söylüyorsun."

"o halde neden sözlerime itimat etmediğini de öğrenebilirim değil mi?"

cevap yok, aldığım şey koca bir sessizlik.
yerde kalışını aldırmayıp elimdeki sopayla göğsünü dürttüm ama hala umrunda değildi. sinirlenmiştim. ona arkamı dönüp alıştırma alanından uzaklaşırken sesimi duyabileceği kadar yükseltip konuşmaya başladım.

"3 gün boyunca gece nöbeti batı kulesi'nde."

telaşla yerden kalkış sesi geldi kulağıma, çok geçmeden de konuşmaya başladı.

"hayır imkansız bu prens jaehyun'u korumakla görevliyim ölmesini mi istersin?"

"eminim ki prens yerde kalmış bir askeri koruma olarak istemez. yerine başkaları bulunabilir donghyuck kimse vazgeçilmez değildir."

"hayır do-"

"komutan doyoung. üç günlük nöbet. batı kulesi ve itiraz istemiyorum."

sıkıntı ile yüzünü buruşturup oflayarak yerdeki sopasını aldı, sert adımlarda meydandan uzaklaştı. sinirli adımlarla batı kulesi'ne ilerlerken arkasından bakıp onu izledim. lee donghyuck, üç yıldır emrim altında çalışan bir subay ama bu süreçte bir subaydan öte arkadaşım olmayı başarmış sayılı insandan biri. her ne kadar hala ondan sakladıklarım olsa bile çoğu şeyi anlatabileceğim tartışabileceğim biri haline geldi. bundan memnunum, arkadaşınız olması gibi bir şey.

talim alanını toparlayıp silahları cephaneliğe kaldırdıktan sonra halihazırda çalışmakta olan askerleri izlemeye daldım. hepsi çalışıyordu yakında moğollara karşı bir sefere çıkacaklardı ancak bundan daha önemlisi bir yıl önce on sekiz yaşına girmiş prens sungchan'ın onlarla beraber bu sefere katılacak olmasıydı. prens sungchan, abisine göre hayat dolu biriydi. neşeli, öğrenmeye meraklı ve şaşırtıcı derecede güleryüzlüydü. ancak elbette abisini ondan ayıran özellikler de vardı. bunlardan benim için en önemlisi sungchan'da bir ulusu yönetecek karakter olmayışıydı. hayır, bunun için fazla yumuşak kalpliydi. birini öldüremeyecek kadar masumdu.

prens jaehyun en hafif tabirle acımasızdı. disiplinsizliğe, zayıflıklara en ufak bir merhamet göstermeyen biriydi. kral o olacaktı, canım üzerine bahse girerdim. hoş kardeşi veliaht ilan edilse bile bir şekilde tacın kimin başına konacağı belliydi. onunla hiçbir zaman yüz yüze konuşma fırsatım olmadı ancak emrinde çalışmış askerlerim sayesinde yıllar boyu ona hizmet etmiş gibiydim.

donghyuck'un arkasından talim alanından ayrılacağım sırada o aniden arkasını dönüp beni işaret etmeye başladı. dudakları kıpırdıyor, bir şeyler söylüyordu ama aramızdaki mesafe sesini duyamama engel oluyordu. onu duymaya çalışmayı bir kenara bırakıp ağzını okumaya çalıştım. arkana dön der gibiydi, gözlerindeki korku ise çoktan bana yayılmıştı. derin bir nefes verip yavaşça arkama döndüm. üç adım uzağımda duran bedeni görür görmez başımı hızla eğdim.

desireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin