yazarın anlatımından
"yemelisiniz majesteleri, sağlığınız kötüye gidiyor."
jaehyun elini kaldırıp eunbin'in ağzına yaklaştırdığı kaşığı aldı, sonra tepsiye bıraktı, onuncu kez. eunbin onu yemesi için zorlarken o şımarık bir bebek gibi somurtuyor, ona karşı geliyordu. aç olmadığından değil hayır, artık keyif alamıyordu yaptığı hiçbir şeyden. yediği yemek doyurmuyordu karnını, içtiği su susuzluğunu gidermiyordu. sarayın bahçesindeki onlarca çiçeğin kokusu ona zevk değil nefret getiriyordu son birkaç aydır. jaehyun'a kalsa hepsi doyoung yüzündendi, evet haksızdı aptallık etmişti ona tokat atarak, asla yapmayacağı şekilde düşünerek onu küçük düşürmüştü. ama özrünü dilemişti değil mi, bir hafta onsuz kalmıştı, sevdiği adamı öpememiş sarılamamıştı. bu yetmez miydi? o sefere gitmek bir yıl gelmemek zorunda mıydı?
jaehyun soluyordu, doyoung olmadan geçirdiği her gün susuz kalmış bir çiçek gibi yavaşça soluyordu. sabah uyandığında bir anlık heyecanla göğsünde uyuyan bedenin doyoung'a ait olduğunu sanıyor, birkaç saniye mutluluktan ne yapacağını şaşıyor sonra burnuna ulaşan kokuyla bedenin doyoung'a değil eunbin'e ait olduğunu anlıyordu. hüsranla başını yastığa bırakıyor, gözyaşlarını serbest bırakıyor dakikalar boyu sessizce ağlıyordu. güzel olan her şeyden nefret eder hale gelmişti, çünkü ona doyoung'u hatırlatıyordu. güzel bir yemek, güzel çiçekler, güzel bir kitap, güzel bir mimari, güzel bir çizim hepsinin karşılığı doyoung'tu onun için. o neredeydi, ne yapıyordu aklını kurcalamadan geçirdiği tek gün yoktu. onu özlüyordu, çiçeğin suyu özlediği gibi. jaehyun, doyoung olmadan ölüyordu.
onu da anlamıyordu ki bir türlü, illa gitmesi mi gerekti? beni sevmiyormuş gibi davranmaya çalışıyor ama yapamıyor, o beni seviyor bana aşık o yalan söylemez, söyleyemez. beni özlüyor tıpkı benim onu özlediğim gibi, çaresizce özlüyor beni. aya her baktığında diye düşünüyor jaehyun, beni özlüyor çünkü söylemişti, tenimin ay gibi parladığını söylemişti bana. özlüyor, özlüyor olmalı bu haldeki tek kişi olmak istemiyorum.
işte eunbin bir kaşık daha itiyor jaehyun'un ağzına zorla, yavaşça lokmayı ağzına alıyor o da. tatsız, tuzsuz tıpkı hayatı gibi. doyoung'un olmadığı hayatı gibi, hiç keyfi yok. o sırada büyük kapısı çalınıyor aceleyle güvercin cepheden haber getirmiş. doyoung diyor jaehyun, sonunda ondan bir şeyler geldi. kim bilir belki bir gün kendisi de gelecek.
"kaybettik majesteleri, bu komutan doyoung'un mektubu."
"kaybettiysek komutan nerede?"
duymaktan korkuyor jaehyun, duymayı reddediyor. asker yüzü kızararak başını eğiyor, dudakları arasından jaehyun'un o çok korktuğu kelimeler dökülüyor.
"komutan doyoung, o öldü majesteleri."
"yalan söylüyorsun."
asker konuşmayıp odadan çıktıktan sonra jaehyun delirmiş gibi her şeyi yerlere saçıyor, hayır o çoktan delirdi zaten. doyoung ölemez diye mırıldanıyor eunbin'in omuzlarından sarsıp.
"o ölemez, geri dönecek ölemez. söyle geri döneceğini söyle bana!"
sonra sinirle eunbin'in odadan çıkmasını istiyor, mektubu okuyacak. sevgilisinden kalan son şeyle yalnız kalmak istiyor, sanki böyle yaparsa doyoung'la baş başa kalmış gibi hissedecek. titreyen elleri kanlı parşömeni açtığında birkaç dakika okumadan parmaklarını gezdiriyor kurumuş kanın üzerinde. bir zamanlar onun parmakları gezindi bu kağıtta, ellerimi tutan sıcak parmakları, yanaklarıma dokunan nazik parmakları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
desire
Fanfictionjeong jaehyun koryo hanedanlığının ilk prensiydi, kim doyoung ise yalnızca bir komutan. ©bittersv