"yeniden bana geleceksin."
artık sesini unutmaya başladım. siması unutmamacasına kazınmıştı zihnime ama sesini anımsayamıyorum. kokusu çoktan gitmişti. tutunduğum tek ümit bu cümlesiydi zaten. üç yıldır her gün uyanmama, belki diyerek günün sonunu beklememe sebep olan tek şey buydu. üç yıl ağızdan ne kadar kolay çıkıyordu öyle, ancak her günü işkenceden farksızdı benim için. burada kimse beni tanımıyor, kimse de bana karışmıyordu; günlük silah yapımı gibi sürgünde çok kolay karşılaşabileceğiniz işlerin ardından yatağa uzandığımda buradan kurtuluşun olmadığı düşüncesi işkence ediyordu bana. bir daha majestelerini görememe düşüncesi her gün içimi yakıyordu. dedim ya sesini bile unutmaya başladım. artık her şeyi unutuyorum. onunla geçirdiğim her bir anı, yaptığımız talimler, gülüşü, konuşması ona dair her şey bir çift kanat takıp hafızamı terk ediyor.
koyu lacivert gökyüzünde dolunay, burada geçirdiğim ilk gecede olduğu gibi, yusyuvarlak bir hal almış. kaldığım küçük, tahtadan yapılmış ambara benzer odada sade bir şiltenin üzerinde uzanıyordum. tavanda acılmış küçük bir delikten izliyordum ayı. saf, beyaz ışığını her yere saçıyordu. prens sungchan'ı kurtarmaya gittiğim gün geldi aklıma. majestelerine son kez bakarken beyaz tenine çarpan ay ışıkları. hiç aklımdan çıkmıyordu zaten. o gün hayatımın dönüm noktası olmuştu. eğer hiç gitmeseydim diye düşünüyordum bazen. hiç gitmeseydim prens jaehyun veliaht olurdu, asla bir hain olarak nitelenmezdim. asla ondan ayrı kalmazdım. ancak bu seçenek üç yıl önce önüme konmuştu ve ben onu reddetmiştim. o an bana doğru geleni yapmış, ihanete uğramış, hain olmuş, efendimden bunca zaman ayrı kalmıştım. sahi ne zaman ona bu kadar bağlanmıştım ki, hiçbir fikrim yok. içimde bir his benim için hala çabaladığını söylüyordu, bir başkası ise beni çoktan unuttuğunu. bayan kwon ile evlendi diyordu, onun için yalnızca bir komutansın, senden çoktan vazgeçti.
işte tam bu sırada gözlerimden sert yastığa düşen iki damla sohbete dahil oluyor, yanaklarımı yakıyor, aniden esen rüzgar beni üşütüyor, akan yaşları kurutuyor. unutmamı söylüyor adeta. majestelerini, bana yaşattıklarını, anılarımı, sadakatimi, efendimi, sevgimi ve özlemimi bir kenara atmamı. kendiliğinden gitmeyeceklerini biliyorsun, onların kanatlarını sen takmalı, göğe sen teslim etmelisin diyor. söz verdi diye mırıldandım. bana söz verdi, beni kurtaracağını söyledi. ona döneceğimi söyledi. tam o an iki değil onlarca damla aktığını anlıyorum. rüzgar gözyaşlarımı kurutmaktan vazgeçmiş, beni onlarla yalnız bırakıp gitmiş bile.
oturuşumu düzeltip yastığı duvara yasladım. şimdi ayı daha net görebiliyorum, kuruyan gözlerim de buna yardım ediyor tabii. zamandan bihaber saatlerce öylece oturmak istiyorum. hafızamı zorlayıp majestelerine dair her şeyi hatırlamak, unuttuğum için kendime lanet etmek, onu bir kez daha görebilmek, bunun için ümit etmek istiyorum. son kez çabalıyorum desem yeridir. yoruldum artık, boşlukta hissediyorum. ben böyle düşünürken dolunay hafif hareketine devam ediyor, zaman bana acımıyor, göğün laciverdi çok daha açık bir maviye dönüyor, ay ufka kavuşup yerini güneşe bırakıyor. saat beş olmalı diyorum kendi kendime, henüz tam bir aydınlanma yok. muhafızların uyanmamız için çanları çalmasına iki saat var. düşüncelerimle kavga edeceğim koskaca iki saat daha var önümde. içimdeki acıyı az da olsa köreltmiş gibiyim, beni unutmuş olma ihtimali çok da yabancı gelmiyor artık. gözyaşları görevlerini yapmış, içimdeki acıyı söndürmüş sanki. rüzgar umudumun küllerine doğru esmiş, onları benden uzaklaştırmış. yeniden alev almalarını engellemeye çalışıyor. o rüzgarın önüne bir sey koymuyorum, bırakıyorum ki tüm umudumu götürsün, benden uzağa, başka birine, belki de majestelerine.
güneş artık aralık tahtaların arasından odama sızıyor, gök rengine kavuşmuş bana yeni bir günün başladığını haber veriyor. içindeki karamsarlığı at diyor sanki, ya da hayır bu kalbimde kalmış küçük umutların etkisi. onlara kulak vermeyip şilteyi düzeltiyorum. her zaman çalıştığım kılıç atölyesine doğru yavaş adımlarla ilerlerken duygusuzluğuma şaşırıyorum adeta. ama yaşamak için duygusuz olmak gerek. bizi duygular öldürüyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
desire
Фанфикjeong jaehyun koryo hanedanlığının ilk prensiydi, kim doyoung ise yalnızca bir komutan. ©bittersv