15

246 47 17
                                    

bir haftadır jaehyun'u göremiyorum, konutunda hapsedildi. eskiden birlikte talim yaptığımız alan, bahçeler asker dolu. günlerdir sözde görevlendirilen askeri sorgulamak için izin istiyorum, benden özellikle saklıyorlar. bir yolunu bulup her kimse onu görmeliyim. elim kolum bağlı jaehyun'a nasıl muamale edildiğini bilmeden öylece günlerim geçiyordu. onu görmeme izin verilmediği gibi benim de kapımda askerler bekliyordu. tüm gün kapalı perdelerin arkasında karanlıkta yaşamak beni öldürüyordu. bazen donghyuck geliyordu, birkaç dakikalığına onunla konuşmama izin veriliyordu. dul kraliçe idareyi eline almıştı, tam anlamıyla hapishane hayatı yaşıyordum.

karanlıkta delirmemek için uğraşırken düşüncelerim ondan öteye gidemiyordu. sürekli aklımda o vardı; şu an iyi mi, bugün ona ne yaptılar, yoksa işkence mi görüyor? tonla cevapsız kalan soru başımı ağrıtıyordu, tek çarem ise onu birkaç saniye de olsa görebilmekti. bir yolunu bulup bunu yapmam gerekti. kapım birdenbire sertçe vurulduğunda ayağa kalkıp koşarak kapıyı açtım. gelen donghyuck'tu ama telaşlı bir havası vardı içeri girer girmez kapıyı kapatıp iki omzumdan tuttu.

"majesteleri'nin durumu hiç iyi değil. yemek namına hiçbir şey vermiyorlar yalnızca biraz su, prens sungchan ona acımıyor. artık harekete geçmen gerek biraz daha beklersen o odada ölecek."

durumu iyi değilden sonrasını duymamıştım zaten, duyduysam bile anlamamıştım. iyi değil, bitti her şey bitti gerisi laf kalabalığı. ben olmadan iyi değil her geçen gün orada ölüyor, bense burada ölüyorum.

"suçlu dedikleri kişiyi nerede tutuyorlar?"

"eski tahıl depolarında, buraya dört köşk uzakta ve görünmeden girmen imkansız."

bir dizi küfür savurup elimi sertçe masaya vurduğumda sinirden ne yapacağımı bilmiyordum. jaehyun acı çekerken elim kolum bağlı oturmak zoruma gidiyordu.

"sen suçlusun."

"efendim?"

"seni suçlu ilan edeceğim, ne bileyim kaçmaya çalıştığını söylesem inanırlar. ssla onun yanına göndermezler seni, direkt suçlu dedikleri kişinin yanına yollanırsın. her kimse her şeyi öğrenirsin. unutmadan yanına bir hançer al, ne olur ne olmaz."

"sen bir dahisin donghyuck."

ona sarılmak için ayağa kalktığım sırada suratıma bir yumruk attığında gözlerimi şaşkınlıkla açıp ona baktım.

"hadi ama seni hırpalamazsam tuhaf kaçardı, üzgünüm bunu yapmam gerek."

dudaklarımı ve burnumu kanatana kadar yumruk attıktan sonra beni ordan oraya sürükleyerek dışarı çıkardı. direniyor gibi davranıyordum, aslında gücümü korumaya çalışıyordum bir yandan. bu bir oyundu, bundan emindim artık. prens sungchan, jaehyun'a bir oyun hazırlamıştı ne zamandır bunun için uğraşıyordu kim bilir. abisini yok etmeye bu kadar hevesliyse belki de uzun zamandır. donghyuck hızla yürürken ona ayak uydurmaya çalışıyordum, kısa süre sonra kendimi prens sungchan'ın önünde buldum.

"onun burada ne işi var?"

"abinizin konutuna izinsiz girmeye çalışıyordu efendim, beni görünce olay çıkarmaya çalıştı."

"onu asla bırakamıyorsun değil mi komutan?"

başımı kaldırmayı reddettiğimde eliyle yüzümü kendine çevirdi. hırsla ona bakarken onu öldürmeyi diliyordum, kendim yapmak istiyordum bunu. çünkü ben yapmazsam asla öldüğünden emin olamazdım. kalbinin son kez çarptığına ben tanık olmak istiyordum, işini ben bitirmek istiyordum.

"ne kadar gururlusun ama üzgünüm gururun seni kurtaramayacak, eninde sonunda abimle beraber öleceksin. her neyse onu tahıl deposuna götür donghyuck, ölmek için yalvarana kadar da işkence et."

desireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin