14

277 42 20
                                    

güneş, ışıklarını doğrudan gözlerime gönderiyor. yarı kapalı gözlerimi biraz daha kısmaya çalışıyorum. bir elimi kendime siper edeceğim sırada başka bir el benimkini tutuyor, yüzüme yayılan gülümsemeye engel olmuyorum. başım dizlerinde, güneşin bizi seyretmesine izin veriyoruz. evet, güneş biraz yakıyor ikimizi de ama umrumuzda değil, serince esen rüzgar bütün sıcağı alıp götürüyor.

güya ava çıktık, bir tane ok attığımı söylersem yalan söylemişim demektir. saatler boyu birlikte at sürdük yarışırcasına. sonra bizim gibi yetişkinlere aptalca gelen eski anılarımızı anlattık birbirimize: ben savaşta başıma gelenleri, o eğitimlerini. yarattığı gölgeden faydalanıp başımı dizinde geriye atıyorum, sağ elim yanağına ulaştığında yüzünü biraz eğip bana kolaylık sağlıyor. parmaklarım tertemiz tenine, gözlerim gözlerine dokunuyor. hiç olmadığım kadar mutlu olduğumu hissediyorum.

yıllar boyunca, her gittiğim seferden başarıyla dönüp koryo topraklarını günden güne genişlettim. bunu yaparken de sevgiyi aradım feth ettiğim her yerde. kadınlarla vakit geçirdim, bir tanesi bile kalbimi çarptırmamış, nefesimi kesmemiş, elimi titretmemişti. kendimi aramıştım hepsinde, kendimi onlarda bulmaya çalışmıştım. boşaydı, bütün bu çabam yalnızca zaman kaybıydı. ancak yıllar sonra kendimi ülkeme adamışken kumlu kıyafetlerim içinde bulmuştum onu. kalbimi çarptıran, nefesimi kesen, elimi titreten kişiyi bulmuştum o savunmasız anımda. belki de beni gafil avlamıştı, emin değilim. ama ilk günden beri asla pişman olmadığımdan eminim. hiçbir sarılmadan, hiçbir öpücükten pişman değilim. peki ne zamana kadar böyle devam edecekti? bitecekti, bundan da emindim ama ne zaman ne şekilde bitecekti?

"ne düşünüyorsun?"

"seni, ikimizi."

ve bu büyünün ne zaman sona ereceğini.

yüzünde oluşan gülümsemeye bakıp ben de gülümsedim. mutluydu, mutluydum. elimi yüzünden ayırıp beni çimlerin üzerine bıraktığında ne olup bittiğini anlamama fırsat bırakmadan bedeni benimkinin üzerinde yerini almıştı. şimdi kokusu çimlerin kokusuna karışmış mümkünmüş gibi beni daha da etkiliyordu. bir eli yanağıma diğeri belime ulaştığında artık dudaklarımız birleşsin diye başımı ona itmiştim. ancak o bunu yapmayıp beni izlemeye devam ediyordu.

"çok güzelsin, aklımı başımdan alıyorsun doyoung. kimseye karşı böyle hissetmedim ben evet eunbin'e karşı bile, hissedeceğimi de sanmıyorum. sıradışı ama mükemmel bir şey bu bana yaptığın, yaptırdığın her şey, aramızdaki şey. sevgi, aşk adı her neyse ölsem bile, eğer diğer hayat diye bir şey varsa, yalnızca sana karşı böyle hissedeceğim. seni öperken nefesim kesilecek, sana sarılırken ellerim titreyecek."

çok güzel seviyordu, evet yalnızca bunu söyleyebiliyorum. o başlı başına kusursuzdu ve ben ona yetmeye çalışıyordum. onun güzelliğine, mükemmelliğine, sevgisine. bunu hak ediyor muydum peki, tüm sevgisini almaya değer miydim? ona sorsam düşünmeden evet derdi. peki biraz düşünseydi, yine evet mi olurdu cevabı?

şimdi benden bir şeyler bekliyordu, konuşmamı, ona karşı hislerimi açıklamamı. ben de en başından almaya karar verdim. onu ilk gördüğüm günden.

"o gün talim alanına geldiğinde, başım yerdeyken kaldırmamı söylemen için dua ettim adeta. başımı kaldırdığımda hayatın benimle alay ettiğini düşündüm. seni daha önceden görmüştüm elbette ama asla yüzünü hatırlayacak kadar değil. her neyse ne hale geldiğimi anlamışsındır. yanında çalışmaya başladığımda her geçen gün sana yuvarlandığımı düşünmeye başladım. sanki sen bir mıknatıstın bense basit bir saç tokası, iradesizce sana çekiliyordum. halimden memnundum, sana yaklaşmayı zaten en başından beri istiyordum. kendimle savaşıyordum bir yandan da, prense karşı böyle hissetmen doğru mu doyoung diyordum, sen yalnızca bir komutansın.

desireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin