"bundan böyle burada yaşayacaksın doyoung. ne duruyorsun hadi içeriye bir göz at."
her şeyi değiştirmişti. evimi, içindeki eşyaları, renkleri her şeyi. hiçbir şeyi tanıyamıyordum. o kadar başka, o kadar yabancıydı ki her şey ancak garip bir şekilde rahat hissettiriyordu. temiz bir sayfa gibiydi, ne istersem onu yazar, kirletebilirdim. ağzımı açıp da bir şey söylemeye niyetlendiğimde iki elimi birden tutup beni susturdu.
"buna ihtiyacın olduğunu düşündüm, yeniliğe. özellikle farklı şeyler seçtim ama nasıl olsa sen bir şekilde hepsine kendinden bir şeyler ekleyeceksin. bak, hem bu ev bana daha yakın en ufak bir sorun olduğunda senden haber almam daha da kolay."
hızla, heyecanla söyledikleri karşısında afallamıştım, sözlerini sindirmeye çalışırken yüz ifademe de pek dikkat etmemiştim, nasıl bir hal aldığını bilmiyordum ancak onu rahatsız etmiş gibi dudaklarını büzdü.
"yoksa hoşuna gitmedi mi?"
biraz telaşlı biraz da korkulu bir tonla sorduğu soru karşısında hızla başımı iki yana salladım.
"hayır, hayır beğendim, beğenmez olur muyum yalnızca bu o kadar da çabuk alışabileceğim bir şey değil, bağışlayın."
"hayır özür dileme, ben özür dilerim aceleye gelmesini istemezdim, özür dilerim buraya yeniden alışmanın zor olacağını göz ardı ettim. istersen talimat vereyim eski konutunu hazırlasınlar, yeniden alışana kadar orada kalmaya devam et-"
ne cesaretle yaptım bilmiyorum, bir anda elimi uzatıp dudaklarını örttüm. bunu yaparken de kalbim adeta kulaklarımda atıyordu. gözlerini kocaman açmış yaptığım şeye bir anlam vermeye çalışırken dudaklarını hareket ettirmemek için kendini zorladığını hissedebiliyordum. ona daha fazla işkence etmemek adına elimi dudaklarından ayırıp yeniden boştaki elini tuttum.
"sorun değil, alışmaya alıştım efendim, hem artık siz varsınız öyle değil mi? zorlanacağımı düşünmüyorum, aksine çok çabuk eskiye döneceğim inanın bana. tüm bunlar için ne kadar teşekkür etsem az. minnettarım."
kendimi geri çekip başımı eğerek onu selamladıktan sonra etrafa göz gezdirdim. evet, her şey bana yabancıydı ama majestelerinin de dediği gibi bu kendime uyarlamayacağım anlamına gelmiyordu. bir şekilde burada yaşadığımı belli edecektim, buralarda bir yerde komutan doyoung yaşıyor diyeceklerdi, sürgün beni o kadar da değiştirmemişti en azından ben öyle umuyordum.
majesteleri birkaç tamamlanmayan cümlenin ardından apar topar gittiğinde son birkaç günü atlatmak istercesine uzun bir banyo yaptım. büyük, tahta küvetin içinde ne kadar kaldığım umrumda değildi, zihnim temizlensin istiyordum. sıcak sudan yükselen buhar bütün odayı kaplamıştı, kendimi buharda pişen çin mantıları gibi hissediyordum. boynuma kadar suya batıp sıkıntılı bir nefes verdim. içimde bir yerlerde beni her şey kusursuzca ilerlerken bile dürtüp kötü hissetmeme sebep olan anlam veremediğim bir his vardı. her şeyin böyle hızla gelişmesi miydi bu hissin sebebi yoksa bu gelişmelere hazır olmamam mı bilmiyorum. gerçi bazı şeylere anlam yüklemeyi bırakalı çok oldu ama yine de bu his beni yoruyor. prens sungchan'ı hala görmedim, görmek de istemiyorum. ilk karşılaşmamızda alacağım tepkiden biraz çekiniyorum açıkçası. dik durmam gerek biliyorum, haklı olan taraf benim. beni tehdit edeceğinden o kadar eminim ki kafamda buna karşı çok fazla senaryo kurdum. hayatımı öne sürmesi çok muhtemel olmakla beraber benim için önemsizdi esas majestelerini ortaya koymasından korkuyordum. majesteleri, prens sungchan ve aklımdaki tonla senaryo beni içinden çıkılmaz bir kuyuya sürüklüyordu sanki. hışımla elimi suya vurup etrafa saçılan damlaları izlerken bir kez daha onu kurtarmaya hiç gitmemiş olmayı diledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
desire
Fanfictionjeong jaehyun koryo hanedanlığının ilk prensiydi, kim doyoung ise yalnızca bir komutan. ©bittersv