17

217 42 14
                                    

onu görmüyordum, günler boyunca kendimi ondan uzak tutuyordum. yanıma gelmeye çalışıyordu, savuşturuyordum, konuşmak istiyordu susturuyordum çünkü onun değil kalbimin değil mantığımın konuşması gerekiyordu artık. ilişkimizin ne kadar imkansız olduğu gözler önündeydi o bir kraldı, bense sefil bir komutan olarak onun için yapabileceğim çok şey vardı, ölmek dahil, o ise beni sevemiyordu bile.

işte bir hafta sonra bugün iradesinden çıktığımı belirtmek için yazdığım mektubumu ona uzatmış karşısında duruyordum. elleri titreyerek almıştı o mektubu, gözleri dolarak okumuştu her bir satırı. canım acıyordu, ona veda etmeyi hiç istemiyordum ama elimden başka bir şey gelmiyordu.

"buna izin veremem doyoung, benden gitmene izin veremem."

"sizden izin istemiyorum majesteleri."

sesimdeki resmi tavırla yutkunmuştu, ayağa kalkıp bana yaklaşırken ellerimi tutmak istediğinde geri çekilmiştim.

"yapma bunu."

"zaten imkansızdı, ne dediğimi hatırlıyor musunuz? sıradışı demiştim, imkansızı eklemeliymişim. siz ve ben imkansız bu."

"değil, değil yıllar boyunca imkansız değildi neden şimdi öyle olsun? doyoung yalvarıyorum sana-"

"ben de size yalvarıyorum, benden uzak durun. zaten en başından beri bayan kwon'la mutlu bir hayatı hak ediyordunuz, beni hiç tanımamalıydınız."

"seni sevdiğimi biliyorsun. o gün affedilmez bir hata yaptım farkındayım ve pişmanım sence de bir hafta senden uzak kalarak cezamı çekmedim mi?"

"ceza çeken biri varsa o da benim, işlemediğim suçun cezasını çekiyorum."

daha fazla konuşmayı reddedip başımı eğdim ve odasından çıktım. fazla kalırsam ağlayacağımı biliyordum, gözünde zayıf görünmek istemiyordum ona hala ihtiyacım olduğunu bilmesini istemiyordum bu yüzden saçma sapan ani bir ayrılık olsun istemiştim. boşlukta hissettiğini biliyordum, pekala ben de ondan farklı değildim.

hizmetkarlara bütün eşyalarımı eski konutuma taşımaları emrini verdikten sonra kışlaya, donghyuck'un yanına gittim. beni karşısında görünce neşeli bir şekilde selam verdi, suratsızlığımı fark ettiğinde sebebini sordu. ona yeniden komutanı olacağımı söylediğimde sevinmişti. ben de sevinmiştim, çünkü iki hafta sonra sefere çıkıyorduk. majestelerini unutacaksın dedim kendime. ona dair her şeyin sırtına kanatlarını ben takacağım ki hızla terk etsinler beni. kendim olayım, yıllar sonra yalnızca doyoung olayım, o olmadan ona ihtiyaç duymadan.

eski konutuma taşınmamın akşama kadar biteceğini düşünüyordum, sarayda vakit geçirmeyi de istemiyordum jaehyun her yerde karşıma çıkacakmış gibi hissediyordum. ondan uzak duruyorsam bu kendim içindi, evet belki biraz da onun için ama çoğunlukla kendim için. beni bu şekilde aşağılamasına dayanamıyordum, her ne kadar istemeden yapmış olsa da ama olmuştu işte kimse de zamanı geri alamaz, söylediklerini silemez ve suratıma yediğim o yumruğu bana unutturamazdı.

yıllar önce onun için ölmeyi göze alıp sürgüne gönderildiğimde onu görmekle yanıp tutuştuğum anılar aklıma geldiğinde şimdiki gururuma bir anlam vermeye çalışıyordum. sahi gururumu yere atmıştım değil mi? ama o zaman bile içimdeki bir ses bana bunu tekrar yapmamamı söylemişti, ona uymayı tercih ediyordum ben de. bu davranışını affedemezdim, bir özrü ile her şeyi unutamaz, kendimi kolları arasına bırakamazdım. gurur dedim kendime, bir hastalık. herkeste biraz var ve ben içimdeki o hastalığı büyütmek zorundayım, en azından kendimi koruyacak kadarını yapmalıyım.

benden nefret edebilirdi, ilişkimizi umursamadığımı da söyleyebilirdi ama bunları dinlemek istemiyordum. eğer kendim için iyi olacaksa evet umursamıyorum. eğer onun için iyi olacaksa umursamamaya devam ederim. ah, ben hala onu düşünüyorum o ise benim onu tahtı kontrol etmek için kullandığımı düşünüyor. berbat bir çıkmazdı bu ve ben sevdiğim adamı yaralamadan o çıkmazdan kurtulamıyordum. buradan gitmeliydim, jaehyun'u unutmalıydım. evet, kendi iyiliğim için yapmalıydım bunu.

böyle düşüncelerime kapanmışken ayaklarımın beni nereye götürdüğünü bilmiyordum. bir anda kendimi bayan kwon'un konutunun önünde bulmuştum, o bir banka oturmuş küçük prensin talimlerini izliyordu. prens eline büyük gelen kılıcın kabzasına kararlı bir şekilde kavramış karşısındaki eğitmenine doğru kendinden emin bir şekilde tutuyordu. birkaç dakika onları uzaktan izledim, sonra bayan kwon beni fark edip eliyle gelmemi işaret etti. yavaş adımlarla yaklaşıp başımı eğdiğimde prens kılıcını bırakmıştı.

"iki hafta önce, sungchan'ı sen öldürmeseydin bunu kimse yapamazdı, biliyorsun değil mi?"

sessiz kaldığımda tartıştığımızı bildiğini hissettim. yoksa benimle konuşmasını jaehyun mu istemişti? hayır, yapmazdı bunu eunbin'i aracı etmezdi. istese bana birkaç saniyede ulaşabilecekken böyle bir yola başvurmazdı. eunbin kendi çapında keyifsizliğimi ortadan kaldırmaya çalışıyordu o halde. evet, bu olmalıydı.

"jaehyun bazen sonrasını düşünmeden ani çıkışlar yapar, pişman olur ama karşıdakine ne denli zarar verdiğinin farkında değildir. özrünü diledikten sonra her şeyin düzelmesini bekler. ama senin zamana ihtiyacın var öyle değil mi? henüz o sert çıkışını atlatamadın, ondan uzak durmaya ihtiyacın var."

"düşüncelerimi toparlamaya ihtiyacım var kraliçem."

"kes şunu hanımım demen bile yeterlidir, bu kadar resmiyete gerek olmadığını biliyorsun."

bir kez daha başımı eğdiğimde prensi işaret edip yanına çağırdı.

"prensim, karşındaki kim doyoung kralımızın en büyük destekçilerinden biri, sana birkaç hamle öğretmesini ister misin?"

gözlerimi şaşkınlıkla açmışken itiraz etmek üzereydim ki küçük beden başını sallayıp aramıza birkaç adımlık mesafe koydu. hevesliydi, gözleri heyecanla parlıyordu. gülümseyip tahta bir sopa aldığımda hamle yapmasını söyledim.

"ne biliyorsanız bana gösterin."

dişlerini sıkıp üzerime geldiğinde küçük bir çocuğa göre gayet çevik hareketleri olduğunu fark ettim. hızlıydı, rakibinin zayıf noktasını görmek için sabırsızlanıyordu. bu yüzden karşısındakinin değil kendinin hareketlerine odaklanıyor, bir sonraki hamlemi öngöremiyordu. birkaç dakika sonra elindeki kılıç yere düştüğünde dudaklarını buruşturup beni selamladı.

"siz daha önceki eğitmenlerimden çok farklısınız, önce saldırmak yerine bekliyorsunuz, bir değil üç hamle sonrasını düşünerek hareket ediyorsunuz. şaşırtıcı derecede sabırlısınız, bu canımı sıktı. sanırım ben fazla tezcanlıyım."

"tezcanlı olmak kusur değildir efendim, aksine size avantaj sağlayacak hale getirebilirsiniz. sizi eğitmek isterdim ancak birkaç hafta sonra sefere gidiyorum."

"zorlu olacağını duymuştum, hayatta kalırsanız sizi istiyorum komutan doyoung. umuyorum ki geri dönersiniz."

"sizi eğitmek için geri dönmeye çalışacağım prensim."

daha fazla konuşmayıp başımı eğdikten sonra vedalaşıp konutuma doğru yürümeye başladım. ona benziyordu, onun gibi hızlı davranmak istiyordu. her hareketi karşısındakini etkisiz hale getirmek içindi. kılıcı üstünlüğünü kurmak için savruluyordu ama elbette daha öğrenecek çok şeyi vardı. umarım ona öğreten ben olurum diye geçirdim içimden, bunu gerçekten isterim. geleceğin kralını eğitmek herkese denk gelmez, iki kralı eğitmek hiç kimseye denk gelmez.

altı yıl olmuştu, altı yıl önce tam burada tanımıştım. savunmasızdım, o ise halime aldırmayan bir avcı. gafil avlanmıştım, elimi kolumu bağlamıştı bir anda. hoş ona karşı çıkmamıştım, direnmemiştim. aksine işini kolaylaştırmıştım, o sormadan kalbimi ellerine bırakmıştım. aynısını ondan beklemiştim, eh ufak bir hayal kırıklığı. ancak her şeye rağmen pişman değilim. onu sevmekten hiç pişman değilim, kendimle gurur duyuyorum birini sevebildiğim için. onu sevebildiğim için, öyle ya da böyle ona sevgimi gösterebildiğim için pişman değilim.

desireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin