"emin misin, senin olacağından emin misin?"
bana belli belirsiz bir mırıldanma sunduğunda arkasını dönmüş kuşağını bağlıyordu. kendine güvenini görmek beni memnun ediyordu. birkaç gün önce elimize geçen haberlere göre valilerin yarısından fazlası jaehyun'u veliaht istiyordu. jisoo'nun ölmek pahasına bize ulaştırdığı kağıtlardaki isimlerden çoğunu tarafımıza çekmeyi başarmıştık. şimdi tek ihtiyacımız olan şey resmen veliaht ilan edilmesiydi, ki o da bugün olacaktı.
"emir okunduğunda sungchan'ın yüzünün alacağı hali merak ediyorum."
"benim kadar değil."
gülümseyip bağlamaya çalıştığı kuşağı elinden alıp bir kenara bıraktım, bunu yaparken de onu kendime çeviriyordum. yüzündeki memnun ifadeye bakılırsa daha ileri gidebilirdim. bedenini hafifçe ittirip giyinme odasının duvarına yasladığımda yüzüm dudaklarını örtmüştü bile. öpücüğüne bir gülümseme bıraktığında belime ulaşan parmaklarını ittirdim.
"bundan böyle sana majesteleri kral mı demeliyim yani?"
bir kez daha mırıldanıp hızlı ve sert bir öpücük bırakıp yeniden duvara yaslandı.
"majesteleri kralın hazırlanması ve törene katılması gerekiyor."
"hayır majesteleri kralın bir an önce susup beni öpmesi gerekiyor, tabii kendileri başka bir şey yapmak istiyorsa söylemeleri yeterli."
bir kez daha hareketlenen parmaklarına müsaade edip bedenimde gezinmesine izin verdim. zaten santimlerle ölçülen mesafemizi sıfıra indirip öperken dilini dilime temas ettirdiğinde aniden gelen irkilmeyle kolunu sıktım. boşluğumdan faydalanıp yanımdan sıyrılırken yere attığım kuşağını alıp bana verdi. yeniden arkasını döndüğünde kuşağı hafifçe bağlayıp aynadaki yansımasına baktım. kahvenin en güzel tonundaki saçları, siyah gözleri ve beyaz teni ile dünyanın görmek isteyeceği bir kral olacaktı.
"ne düşünüyorsun?"
seslenişiyle afallamıştım, elimi şöyle bir sallayıp arkamı dönmüştüm ki bileğimi tutup beni durdurdu.
"bu akşam benimle kal."
bir ricadan çok istekti bu, ne işin varsa unut ve benimle kal demekti. yalnızca sen ve ben, fazlalığa gerek yok. başımı sallayıp kabul ettikten sonra beni bir kez daha öpüp aynada son kez kendine baktıktan sonra o önde ben arkasında saraya yürümeye başladık. yoldayken ikimizin de ağzı açılmıyordu. emin olduğunu söylemişti ama aklındaki kuşkuyu seçmemek mümkün değildi. nihayet kralın odasının önüne geldiğimizde prens sungchan'ı da orada beklerken bulduk. o başını jaehyun için bense onun için eğdikten sonra içeriye alındık. kabul odasına ilk girişim değildi ama her seferinde ilkmiş gibi hissettirirdi. sanırım bu odanın verdiği hissiyat herkes için aynıydı ki jaehyun'un derin bir nefes aldığını duydum. uzanıp elini tutmak istesem de kendime hakim oldum. telaşı gözler önündeydi. birkaç dakika dedim kendime, birkaç dakika sonra bütün bu endişe bitecek.
iki kardeş birbirinden ayrılıp tahtın iki yanında ayakta durduğunda ben onlardan biraz daha aşağıdaki bir basamakta bekliyordum. gözlerimi jaehyun'a kilitlemiş, kralın gelmesini bekliyordum. salonda bizden başka bir sürü insan vardı, bakanlar, valiler, bunun yanında kraliçe ve bayan kwon. beni görünce yüzüne küçük bir gülümseme yerleştirip başını eğdi. aynı şekilde karşılık verirken yanındaki küçük çocuğu incelemeye başladım.
oğlu, jaehyun'un oğlu. ben sürgündeyken evlenmişti eunbin'le, bir yıl sonra yani benim sürgünümün ikinci yılında ise oğlu doğmuştu. ona çok benziyordu; burnu, elmacık kemikleri tıpkısının aynısı. eunbin'e de benziyordu ama jaehyun'a benzediği kadar değil. belki gözleri annesi gibi, hayır hayır tamamen jaehyun. çocuk da onu incelediğimi fark etmiş bana bakıyordu, başımı eğip onu da selamladım. annesinin kolunu çekiştirip beni işaret ettiğinde biraz korkmuş gibiydi. gülümseyip başımı çevirdiğimde jaehyun'un üzgün gözleriyle karşılaştım. özür dileyen gözleriyle. hayır buna gerek yok, en sonunda ne olacağını ikimiz de biliyoruz. sonsuza dek böyle devam etmeyeceğini, o çok istediğimiz yalnızca ikimizin olduğu bir hayatın asla olmayacağını çok iyi biliyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
desire
Fanfictionjeong jaehyun koryo hanedanlığının ilk prensiydi, kim doyoung ise yalnızca bir komutan. ©bittersv