eylülün ortasında alışılmadık güneşli bir gündeyiz. bulutlar açık mavi gökyüzüne dağılmış, hafif bir rüzgar esiyor. davullar hafif bir tempoyla çalıyor. üzerimde savaş zırhım üzerimde, herkes sarayın avlusunda toplanmış, hatta halktan insanların da gelmesine izin verildi. bugün büyük gün, yıllarıdır beklenen gün. tahtın hemen yakınında ayakta duruyorum, burayı özellikle bana ayırmışlar. yüzümde hala birkaç gün öncenin yaraları var ama umursamıyorum, sonuçta artık sona geldik değil mi?
o hafif tempo hızlandığında anlıyorum ki jaehyun geliyor. majesteleri kral teşrif ettiler, diye tüm salonu inleten ses de beni doğruluyor. salonun büyük kapıları açılıyor, orada işte; başında tacı, üzerinde altın işlemeli kırmızı kıyafeti, başı dik emin adımlarıyle tahta yürüyor. başımı eğip o tahta oturana kadar bekliyorum. yanımdan geçerken beni süzdüğünden eminim ancak başımı kaldırmıyorum hayır, şimdi değil. o oturup elini kaldırdığında ve herkes yeniden doğrulduğunda konuşmasına başlıyor.
"ben, jeong jaehyun koryo hanedanının on yedinci kralı olarak atalarımın da yaptığı gibi ülkemi kendimden üstün tutacak, uğruna can verecek ve onu yücelteceğime yemin ederim."
gerisi bilindik sahneler, yeni kralın şerefine hazırlanmış onlarca masa uzunluğundaki yemek şöleni ve sarayda her kademeden görevlinin doyasıya eğleneceği uzun bir gece. ancak ben bu eğlencenin dışında tutacağım kendimi. prens sungchan için idam kararı çıkarıldı. her ne kadar vezirlerin çoğu halkın gözü önünde asılmasını istemiş olsa da jaehyun kardeşini ölürken pişman etmek istememiş ve onu kılıçtan geçirilmeye mahkum etmişti. bu görevi yerine getirecek olan kişi ise elbette bendim. daha önce demiştim zaten kalbinin son kez attığından emin olmak istiyorum diye.
yemeğe katıldıktan sonra diğer komutanlara iyi eğlenceler dileyip doğrudan tahta yöneldim. jaehyun benim geldiğimi gördüğünde sohbetini yarıda kesip gelmemi işaret etti. diz çöküp kulağına yöneldim.
"sorun ne?"
"vaktinin geldiğini düşünüyorum, onu bitirmenin yani. nedense içimde bir his hala kaçma ihtimali olduğunu söylüyor."
"bugün değil, en azından şimdi değil. lütfen doyoung bugün olmaz."
"vakit kaybediyorsun, seni kaç kez atlattığını unuttun mu yoksa? bir yalan daha uydurmak onun için hiç zor değil."
"bugün değil dedim doyoung."
sesinde daha fazla konuşmak istemediğini açıkça belli eden bir ton vardı ve bir de bana karşı gelme artık der gibiydi. geri çekilip yüzüne baktığımda da aynı şeyleri gördüm.
"nasıl isterseniz, majesteleri."
başımı eğip onu selamladıktan sonra bana seslendiği halde yanıt vermeyip yanından ayrıldım. sırf kardeşi diye ona bu denli zarar vermiş birini affedebileceğini düşünüyordu hala. kafası karışıyordu, eskiye dönebileceğini sungchan'ın onun itaatine boyun eğeceğini düşünüyorsa kesinlikle yanılıyordu. ona yanıldığını söylemeye kalksam bana kızacaktı, bu yüzden susup şöleni terk etmiştim zaten.
"kutlama yapıyorlar demek, doğruca saraya gidiyoruz o halde. halk benim kral oluşumu kutlamalı."
duvarın ardından kulağıma çalınan sözler ile elimden geldiğince sessiz bir şekilde koşarak uzaklaştım. sungchan, tam da tahmin ettiğim gibi emrinden çıkmayı reddetmiş bir sürü askeri yanına almıştı, şölen yerine yürüyorlardı. hepsi silahlıydı ve jaehyun'un bu ayaklanmadan haberi yoktu. doğruca yanına dönüp selam vermeden olayı haber verdiğimde gözlerindeki sınırı görebiliyordum, aynısı bende de vardı. sinirle sıktığım dişlerim arasından bir emir ver, diye mırıldandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
desire
Fanfictionjeong jaehyun koryo hanedanlığının ilk prensiydi, kim doyoung ise yalnızca bir komutan. ©bittersv