5

360 63 32
                                    

"ikinizin de öldüğünü düşünmeye başlamıştım."

birkaç dakika konuşmadan, hareket etmeden birbirimizi izledik. kolumun ağrısı öyle şiddetlenmişti ki göğsümün sol tarafını uyuşturmuştu. bir elimle destek almaya çalışarak doğrulmak istediğimde zorlukla konuşmaya çalıştım.

"eğer bu yaraları sarmazsam birkaç dakika içinde öleceğim efendim."

yüzündeki ifade değişmeden hızlı adımlarla sandalyeye tutunmuş kolumu çözüp belimi kavradı. ne yaptığını soramadan beni yatak odama götürüp zemine bıraktıktan sonra nazik hareketlerle kıyafetlerimi çıkarıp göğsümdeki yarayı temiz suyla ovmaya başladı. o tüm bunları sıradan bir şeymiş gibi hiçbir utanma ya da çekinme belirtisi göstermeden yapıyordu. bense onun bu hareketleri karşısında dilim tutulmuş, yalnızca seyretmekle yetiniyordum.

"taeyong mu?"

onaylar anlamda mırıldanıp onu izlemeye devam ettim. dokunuşları nazikti, yavaş ama ne yaptığını bilen dokunuşlardı. kanla kaplı göğsüm elindeki ıslak bezi her temas ettirişinde kendi rengine kavuşuyor, bu da beni giderek utandırıyordu. ama onun umrunda değildi. kendini her şeyden soyutlamış yaramla ilgileniyor, bunu yaparken de işini bilen biri gibi davranıyordu. bir süre sonra bu kadarının yeterli olduğunu söyleyeceğim sırada onu durdurmak için uzattığım elimi sıkıca tuttu.

"bana neden yardım ediyorsunuz?"

bakışlarını göğsümden ayırmadan dudağını büzdü.

"kardeşim değil de sen ölseydin pişmanlık duyardım, vicdanımı rahatlatmaya çalışıyorum."

bunu söylerken hala elimi tutuyordu. kalbim nasıl atması gerektiğini şaşırmıştı sanki. elimi ondan ayırmak istediğimde izin vermeyip daha da sıktığında bayılacağımı hissettim. başımı döndürüyordu, yalnızca elimi tutarak başarıyordu bunu. jisoo gibi değildi, o bana dokunduğunda en ufak bir heyecan hissetmemiştim. ancak şimdi onun her teması başımı döndürüyordu.

"sakın bir yere gitmeye kalkma, birazdan döneceğim."

aniden ayağa kalkıp elimi bıraktıktan sonra hızlı adımlarla dışarı çıktı. nereye gittiğini bile soramadan arkasından bakakalmıştım. uzun bir yarım saatin ardından ufak bir gürültüyle açılan kapıdan içeri girdi. elinde tuttuğu tepsi yemek doluydu. çubukların arasına biraz et alıp dudağıma uzattığında bu yaptığının doğru olduğundan emin değildim. tereddüt ettiğimi anlamıştı ki çubukları bir kenara bırakıp ellerimi tuttu bir kez daha.

"yemelisin, uzun zamandır doğru düzgün bir yemek yemediğinden eminim. itiraz etme doyoung."

başımı eğip teşekkür ettikten sonra çubuklarla uzanacağım sırada bana engel olup sol eliyle ellerimi bir arada tuttu. çubukları parmakları arasında alıp yeniden bana uzattığında dudaklarımı hafifçe aralayıp lokmayı ağzıma aldım.

"işte böyle, küçük küçük."

kalbim paramparçaydı. bana kızmasını, beni kovmasını beklerken, buna inancım tamken, böyle şefkatli özellikle de onun gibi biri için fazla beklenmedik bu tavır karşısında elim ayağıma dolanmıştı.

"neden buradasınız?"

alaycı bir şekilde gülüp başını iki yana salladı. küçük fincanın içindeki çayı bana uzatıp yeniden kanamaya başlayan göğsüme merhem sürmeye başladı.

"gideceğini biliyordum, sana gerçeği anlattıktan sonra bunu yapacağına kuşkum kalmamıştı. belki haber vermişsindir diye düşündüm. belki evine bir not bırakmışsındır da bana haber vermişsindir. aptalca işte. sanırım benden çok kardeşime önem verdiğini kabullenmek istemedim. ama gerçek bu değil mi? sonuçta onun için gittin."

desireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin