karşı koymak için zihnimden komut almama gerek yoktu, üzerime tüm hızıyla koşan prensi kolayca savuşturabilirdim. yanımdan kayıp geçerken sol ayağımı yoluna koyup yere düşüşünü izledim. tahta sopayı düzeltip ona döndüm. ayağa kalkmak için en ufak bir çaba harcamıyordu aksine zemine iyice yayılmış büyük nefesler alıyordu.
"eğer düşmanınız insaflıysa öldünüz majesteleri, değilse sizi uzun bir işkence bekliyor."
elini sallayıp yerde kalmaya devam ederken onu izledim. beni yanına alalı bir buçuk ay geçmişti, prens sungchan ise bir aydır cephedeydi. büyük bir savaş olacağından emindim ancak küçük prensin kısa sürede geri döneceğini umuyordum. cephede ne döndüğünü merak ediyordum. en son rapor iki hafta önce gelmişti ki asla böyle uzun aralar verilmezdi. her hafta ya da üç güne bir rapor yollanırdı. telaşlanıyordum. hem prensin hayatı için hem de çıkabilecek olası bir isyan için. kral son günlerde kendini herkese kapatmıştı, kraliçeyi bile yanına yaklaştırmadığı söylentileri ise sarayın her köşesine yayılmıştı. kimisi kralın hasta olduğunu söylüyordu, kimisi bir cariyeye gönül kaptırdığını. ikisinin de doğru olduğunu düşünmüyordum başka kimsenin bilmediği çok başka bir sebep vardı.
"ne düşünüyorsun komutan?"
prensin tok sesiyle başımı iki yana sallayıp düşüncelerimden sıyrıldım. yüzüme sakin bir ifade yerleştirip hiçbir şey majesteleri, diye mırıldandım. eliyle beni yanına çağırıp oturmamı işaret edince iki adımda yanına gidip sopayı yere bıraktım.
"sungchan gideli uzun zaman oldu değil mi? eminim aklında bu vardı."
"sadece veliaht için endişeleniyorum efendim, hepsi bu."
yüzünü bana çevirip doğrudan gözlerime baktığında çenesi kasılmıştı.
"veliaht için endişeleniyorsun demek. merak etme kardeşim narin görünse bile çok iyi bir savaşçıdır."
"bunu kast etmedim efendim. prens kazanılması çok zor olmayan bir sefere gitti ancak bir aydır dönmedi, kral kendini göstermiyor. herkes sizin taht hırsınızın farkında korktuğum şey de bu. kralı size karşı doldururlarsa olur da tahttan feragat ettiği an karşınızda bir prens değil bir kral bulacaksınız."
yavaş yavaş söylediğim sözlerle değişen yüz ifadesine baktım. birkaç dakika öncesine kadar sinirle bakan gözleri artık sakindi. cevap beklemeksizin ayağa kalkıp duruşumu düzelttim.
"haddim değildi, bağışlayın."
"mükemmel bir savaşçısın üstelik siyasetten de anlıyorsun, söylesene kaç kadının kalbini ele geçirdin?"
"kadınlar asla hedefim olmadı efendim tek işim ok, yay ve kılıçla."
şaşırmış gibi gözlerini kocaman açtı. ama hayır gerçekten şaşırmış gibiydi. dikilişimi birkaç dakika izleyip ayağa kalktı yine aramızdaki mesafeyi üç adıma indirip gözlerini bana dikti. hala yorgundu, nefesleri düzensizdi. o koku yeniden burnuma ulaştığında ifademi korumaya çalışıyordum. bir buçuk aydır neredeyse her gün duyuyordum bu kokuyu, ne yapıp ne edip burnuma ulaşmayı başarıyordu. prens bana bir adım daha yaklaştığında kalbimin hızlandığını hissediyordum. mesafe yüzünden diye geçirdim içimden. gözleri bir anlamla bakmaya başlamıştı artık. yalan söylediğimi düşünüyordu, bunu arıyordu.
"hiçbir kadın olmadı mı yani? emin misin? hiçbiri sen istemeden kalbini çarptırmadı mı? hiçbirinin parfümü daha önce aldığın kokulara bedel olmadı mı? ömründe hiçbir kadını arzulamadın mı komutan?"
"hiçbirini majesteleri."
güçlü çıkarmaya çalıştığım sesim az da olsa titreyince yumruğumu sıktım. dudakları hafiften kıvrılınca gözlerimi onlara indirdim kısa bir süre. önünde bocalayışımı görsün istemiyordum, bu yüzden birkaç adım gerileyip başımı eğdim. hiçbir şey söylemeden kendimi prensin konutundan dışarıya attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
desire
Fanfictionjeong jaehyun koryo hanedanlığının ilk prensiydi, kim doyoung ise yalnızca bir komutan. ©bittersv