Jennie, üzerindeki elbiseyi düzelterek derin bir nefes aldı. Nasıl ve ne şekilde olduğunu bilmiyordu ama nefes alıp vermesinin, yürümesinin hatta öylece ayakta durmasının bile garip gelmesi gerekirken -sonuçta yıllarını o buz kütlesinin içinde geçirmişti- Arlene'in onu buz kütlesinin içine hapsetmesinin üzerinden yalnızca bir gün geçtiğini hissediyordu. Kraliçe için her şey birkaç saniyeden ibaretken dünyada yıllar geçmiş, oğlu kendi yaşına gelmişti. Bu tür durumlar ancak çocukken duyduğu masallarda ya da efsanelerde olurdu. Ama bunu düzeltmek için bir çaresi olmadığına göre elinden gelen tek şey yılların bıraktığı hüznü, yalnızlığı ve özlemi tamir etmekti. Yoongi ile arasındaki ilişkiyi büyük bir özenle, yavaşça ama bütün sevgisini göstererek ilmek ilmek işleyecekti.
Sağ elini yumruk haline getirerek Yoongi'nin odasının kapısını tıklattı. İçeriden "Gir," komutunu duyduğunda ise derince iç çekerek kapının kolunu aşağıya indirdi. Çalışma masasında bir şeylerle meşgul olan genç kral kafasını kaldırdığında Jennie ile karşılaşmış ve alışmakta zorlandığı bu durum karşısında yalnızca yutkunabilmişti.
"Yoongi," Jennie, kapıyı kapattıktan sonra odadaki koltuğa yavaşça oturmuştu. "Eğer biraz vaktin varsa seninle konuşmak istiyordum."
"Tabii, var." Yoongi sandalyesinden kalkarak hızlı adımlarla ama hayatında hiç hissetmediği kadar büyük bir gerginlikle Jennie'nin yanına oturdu. Gerçekten de anlattıkları kadar güzel ve asil bir kadındı. "Ne konuşmak istiyordunuz benimle?"
"Öncelikle bana siz diye hitap etme lütfen," Jennie samimi bir şekilde gülümsemiş ve Yoongi'nin yüzünün de birazcık gevşemesine sebep olmuştu. "Biliyorum ki senin için çok daha zor her şey. Yıllar boyunca hep yalnız kaldın, anne ve baban olmadan büyüdün. Sonra, birden ben çıkıp geliyorum hem de bu halde." Hafifçe gülerek kafasını iki yana salladı. "Ben, sanırım kafayı yerdim. Yani, bilmelisin ki, kendimi senin yerine koyduğum zaman senin bu güçlü duruşunu çok takdir ediyorum. Alışmanın zor olduğunu da biliyorum ve seni mutlu etmek için her şeyi yaparım."
"Pekala," Yoongi hafifçe tebessüm etmiş ve Jennie'nin gülümseyen yüzüne bakmıştı. "Dediğin gibi gerçekten çok zor zamanlar geçirdim. Ama bunun senin suçun olmadığının da bilincindeyim. Asla normal olamayacağının ikimiz de farkındayız diye düşünüyorum ancak birbirimize bir şans verirsek her şeyin değişebileceğini umuyorum." Yoongi ellerini kucağında birleştirirken oturduğu yerde dikleşmiş ve "Bu arada," demişti. "Sana Jennie diye hitap edebilir miyim? Çünkü, bu biraz..."
"Elbette," Elini Yoongi'nin koluna yerleştirmiş ve hafifçe sıvazlamıştı. "Nasıl rahat edeceksen o şekilde hitap et." Sonra, bir anlığına tereddüt etse bile, ileriye atılmış ve Yoongi'yi kendine çekerek sıkıca sarılmıştı. Karşısındaki genç adam da kafasını omzuna yaslamış, kollarını Jennie'nin beline sarmıştı. "Seninle gurur duyuyorum Yoongi."
Yoongi, annesinin kokusu ve söyledikleri üzerine kendisini ağlamamak için sıkmaya başlamıştı. Neyse ki kapı tekrardan tıklanmış, ikilinin sarılmasının sonlanmasını sağlamıştı. Yoongi arkasına yaslanarak gözlerini kırpıştırmış ve bir kez daha "Gel," diye seslenmişti. Bu sefer içeriye siyah saçları olan, aralarda ilginç bir şekilde mor tutamları vardı, beyaz tenli bir kız girmişti. Yoongi bu kızı ilk defa görüyordu, belki de Jennie ile beraber gelmişti ama o an Yoongi buna hiç dikkat etmemişti.
"Jisoo," Jennie, Yoongi'nin teorisinin doğruluğunu kanıtlayarak kıza gülümsemişti. "Ben de tam senin yanına gelecektim. Anneni bulabildin mi? Eğer bulamadıysan beraber arayalım. Hala saraydaysa mutlaka buluruz."
"Rahatsız ettiğim için üzgünüm majesteleri." Jisoo ufak bir baş selamı verdikten sonra "Ben de tam da bu yüzden gelmiştim," diye devam etmişti. "Annemi buldum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't let your crown fall ❅ bts•bp
FanfictionSaçlarının tutamları arasına sıkışmış bu taç, bir yıldıza benzer. Dışarıdan bakıldığında parlak, güzel ve görkemlidir fakat aslında olan; sürekli kendi ateşinde kavrulan sıradan bir topraktan ibarettir. taelicekook, namsoo, yoonmin ve sürpriz bir çi...