17 ❧ i won't let anything hurt you

667 89 62
                                    

Lauv - The Story Never Ends

Lisa, tam bir haftadır Jungkooktan kaçıyordu. Tam bir haftadır, özenle yapıyordu bunu. Kahvaltı ve akşam yemekleri harici odasından dışarıya adım bile atmıyordu. Jungkook ile yemeklerde denk geldiklerinde bir kez bile kafasını kaldırıp genç adama bakmıyordu. Yalnızca Taehyung ile birkaç kelime konuşup yemeğini yiyerek odasına geri dönüyordu. Ve bu sabah kahvaltıya gittiğinde yine aynı şey olmuştu. Jungkook, genç kızın kendisine bakmasını ister gibi kaşlarını çatıp uzun uzun bakıyordu. Lalisa, bunun farkındaydı elbette. Onu bu kadar uzun süre izleyen birini hissetmesi işten bile değildi neyse ki Taehyung yemekte bile işleriyle meşgul olduğu için Jungkook'un bu tuhaf tavırlarını fark etmiyordu.

Hızlıca yemeğini yiyip çayını bile içmeden kalkıp gitmişti masadan. Şimdiyse oradan oraya dolaşıyordu odasında. Geniş bir odaya sahipti, tam üç tane büyük penceresi vardı. Büyük bir yatak, bir tuvalet masası, yemek masası, giysileri için büyük bir dolap, giyinmesi için özel bir paravan, kitaplarıyla dolu olan koca bir kitaplık... Bütün bunlardan sıkılmıştı. Dışarıda olmayı ya da gezmeyi öyle aşırı seven birisi değildi ancak bir haftadır bu odaya yalnız başına tıkılıp kalması psikolojisini kötü etkilemişti. En sonunda iç çekerek oturduğu koltuktan kalktı ve dolabı açarak kendisine bir hırka aldı. Bahçeye çıkıp gezinebilirdi, Jungkook ile karşılaşma ihtimali çok düşüktü. Karşılaşsa bile son zamanlarda yapmaya alıştığı gibi yüzüne bile bakmadan yolunu değiştirmeye çalışırdı. Jungkook, onu bir kez daha durdurmazsa sorun olmazdı.

Yüzüne veya gözlerine asla bakmıyordu. Biliyordu ki bir kez bakarsa hızlı adımlarla ondan kaçamazdı, yakalanırdı. Yakalanması iyi bir şey değildi. Ondan bedenen kaçıyordu çünkü elinden yalnızca bu geliyordu. Ruhunu ve kalbini ona çoktan teslim etmişti, geri de alamıyordu. Yapabileceği tek şey bedenini ondan uzaklaştırmak, kalbinin ve ruhunun sahibinin o olduğunu kendine defalarca hatırlatmaktan kaçmaktı. Çünkü olmazdı. Yanlıştı. Lisa, her zaman okuduğu kitaplardaki aldatan kadın karakterlere bakar ve bunu nasıl yaparsınız diye düşünürdü. Bu yaptıkları çok ayıptı. Eğer o kişiyi sevmiyorlarsa gidip nazikçe ayrılmaları gerekirdi. Kimse aldatılmayı, böyle bir kötülüğü, hak etmezdi.

Kendi kendine güldü. Ömrünün sonuna dek Jungkooktan kaçmayı başarabilse bile daima acı içinde hissedecekti. Fakat kitaplardaki o kadın karakterler gibi de olamazdı. Aynı zamanda Taehyungtan da ayrılamazdı ki. O bir kraldı ve dahası Taehyung ile çok uzun zamandır arkadaşlardı. O, gerçekten çok iyi bir insandı sadece bir kralın sorumlulukları çok ağır gelmişti hepsi bu. Onu yapayalnız bırakamazdı. Bir kez daha iç çekti. O halde, belki aylar belki yıllar belki de hayatının sonuna dek bu acıyla yaşamayı göze almaktan başka çaresi yoktu. Eğer sevgisinden kimsenin haberi olmazsa bu bir suç olmazdı.

Düşünmeyi keserek odasından çıktı ve sarayın koridorlarında ilerleyip, merdivenlerden dikkatlice indi. Sadece biraz dolaşacaktı sonra da odasına geri dönecekti. Sarayın bahçesine açılan kapıdan çıktıktan sonra arnavut kaldırımı taşlarıyla dolu bir yoldan geçti ve büyük bir meydana ulaştı. Meyve ağaçlarının olduğu bölümde dolaşmak istiyordu hem belki biraz elma da yiyebilirdi. Meyve ağaçlarına ulaşabilmek için o meydanın tam ortasından geçmek zorundaydı. Bu yüzden adımlarını o tarafa yöneltti. Ama, unuttuğu bir şey vardı. Bazen sarayın askerlerinden olan okçular Jungkook'un gözetiminde burada antrenman yapıyorlardı.

Genç kız normal bir şekilde yürümeye devam etti. Uzayarak neredeyse beline ulaşmış saçlarını geriye savurarak üzerindeki hırkaya iyice sarındı, hava serindi. Ve işte tam o sırada yüzünün hemen önünden bir ok geçmişti. Ok, Lisa'ya isabet etmemişti ama sıyırmıştı. Sıyırarak geçmiş, arka taraftaki yeşilliklerin içinde kalan ve Lisa'nın henüz fark edebildiği hedef tahtalarından birine saplanmıştı. Ve o an, Lisa hareket edemedi. Olduğu yere put gibi saplandı. Okçular onu göremiyor olabilirdi, kesinlikle bir şey yapmalıydı. Bir tarafa doğru koşmalıydı en azından ya da eğilmeliydi. Belki de bağırmalıydı. Ama hiçbirini yapamadı, yapmak istedi yine de dudaklarını bile aralayamadı. Yüksek ihtimalle beklemediği bu şey karşısında büyük bir şoka girmişti.

Sonra, birinin ismini seslendiğini duydu. Ne olduğunu bile kavrayamadan biri onun belinden tutarak yere doğru itmişti ve bir anda kendilerini çimlerin üzerinde bulmuşlardı. Lisa titrediğini hissediyordu, karın üstü düşmüştü çimlere. Kafasını yavaşça kaldırıp etrafa baktığında gördüğü ilk şey ağaca saplanmış bir ok oldu. Yan tarafına baktığındaysa Jungkook'u görmüştü. Şaşırmadı buna, ondan başka kim kurtardı ki Lisa'yı? Genç adam Lisa'nın aksine sırt üstü düşmüştü ve belli ki omzunda bir sorun vardı. Omzunu tutarak yavaşça doğruldu. Lisa'yı gördüğündeyse bir şeyi yeni hatırlamış gibi omzunu boşvererek büyüttüğü gözleriyle genç kızı süzmeye başladı. Hala çimlerde oturuyorlardı.

"Leydim," dedi panik içinde. Bir yandan da Lisa'nın kolunu tutmuştu hafifçe. "İyi misiniz? Bir yerinize bir şey oldu mu?"

"İyiyim," dedi Lisa mırıldanarak. Sesi çok güçsüz çıkmıştı. Bir yerine bir şey olmamıştı sadece düşmenin etkisiyle dizleri biraz acımıştı hepsi bu. Ancak çok korkmuştu. Jungkook, onu kurtarmasa ölebilirdi. Panik olmuş ve tek bir adım bile atamamıştı. "Biraz korktum sadece.." Zorlukla yutkundu ve dolmuş gözlerini kaçırdı. İlk defa, saçma bir şekilde olsa da, ölümle burun buruna gelmişti. Aynı zamanda bir haftadır kaçtığı adamdı onu kurtaran. Bu durum, iki kat daha fazla duygusal hissetmesine sebep oluyordu.

Jungkook, kaşlarını çatarak kıza baktı. Korktuğunu söylemese bile anlardı, her halinden belliydi. En sonunda, Lisa'nın yavaşça burnunu çektiğini hissettiğinde birinin görme ihtimalini es geçerek onu kollarından tuttu ve hızla kendisine çekti. Lisa'nın başı, Jungkook'un omzuna yaslanırken genç leydi sadece şaşırmıştı. Beyni iflas etmiş gibiydi, mantıklı düşünemiyordu. Yalnızca biraz daha böyle kalabilseler olmaz mıydı? Jungkook ise kollarını sıkıca dolamıştı sevdiği kızın etrafına. Bu onun dilinde ben buradayken hiçbir şeyin sana zarar vermesine izin vermem demekti.

***

Namjoon ve Jisoo günler sonra yine aynı pazardaydılar. Jisoo'nun vazgeçmeye niyeti yoktu ama yine de oturup ne yapacağını düşünmeye ihtiyaç duyuyordu. Kral Taehyung, bir haber aldıklarında Jisoo'ya söyleyeceğinden bahsetmişti. Ama hiç haber alamamışlardı. Namjoon, tezgahında karakalem resimlerini açıyordu. O sırada Jisoo'nun aklına bir fikir geldi ve gülmek adına bir büyü yaparak Namjoon'un elindeki bir tomar kağıdın yuvarlanmasına sebep oldu. Namjoon gözlerini devirerek kağıtları toplamak adına yere eğildi. Biri hariç tüm kağıtları toplamıştı ama Jisoo'nun büyüsü sayesinde o kağıda dokunmaya çalıştığı anda kağıt ileriye gidiyordu ve Jisoo da kahkahalar atarak gülüyordu.

"Yeter artık," Namjoon sinirle söylendi. "Kes şunu." Jisoo büyüyü etkisiz haline getirdiğinde Namjoon kağıdı elleri arasına almıştı.

"Bana gerçekte kim olduğunu söylememenin cezası bu."

"Sen sanki söyledin." Namjoon gözlerini devirerek elindeki kağıtları tezgaha yerleştirmişti. Sonra konudan saparak "Ne yapmayı düşünüyorsun," diye sordu.

Jisoo da üzülerek tekrar yerine oturmuş ve "Emin değilim," diye cevaplamıştı onu. "Birkaç gün daha haber gelmesini bekleyeceğim. Eğer gelmezse Jennie'yi tek başıma bulmaya çalışmam gerekiyor."

Bölüm hakkında düşünceleriniz nelerrr? 💜💜🥺🥺

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm hakkında düşünceleriniz nelerrr? 💜💜🥺🥺

don't let your crown fall ❅ bts•bpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin