Büyük ve yaşlı ağaçlarla dolu bir ormanın içine geldiklerinde Jisoo artık yaklaşmaya başladıkları için mutluydu. Beş dakika kadar önce attan inerek kalan yolu yürüme kararı almışlardı ve yaklaşık yarım saat öncesinde de Jisoo, Namjoon'un at binme konusunda çok yetenekli olduğunu kesin olarak fark etmişti. Ağaçlardan dökülen birkaç yaprak ve yerdeki minik dallar ayakkabılarının altında eziliyor, ormanda kuş sesleri harici hiçbir ses duyulmuyordu. Genç kız ikide bir elindeki, annesi bildiği kadının vermiş olduğu, haritaya bakıyor ve yolu bulmaya çalışıyordu. On dakikalık yürümeden sonra sonunda karşılarına bir kulübe çıkmıştı. Güzel bir şekilde gülümseyerek hızla kulübeye ilerledi Namjoon da onu takip ediyordu. Yarı açık olan kapıyı ardına kadar ittiğinde neredeyse tamamen karanlık olan oda kapıdan gelen ışıkla biraz olsun aydınlanmıştı. Jisoo kulübeye girdi. İçeride kimse yoktu. Bakışları hayal kırıklığıyla odanın içinde dolaşırken Namjoon'un kendisine seslendiğini duymuştu. "Yerler neden bu kadar ıslak?" demişti genç ressam. "Jisoo, sanırım sadece birkaç dakika önce birileri buradaymış."
***
Jennie, sonunda kendine gelmeyi başardığında minik adımlarla odadan çıkmıştı. Karşısında geniş bir oda vardı ve anladığı kadarıyla evin, bu odadan ve biraz önce bulunuyor olduğu yatak odasından başka odası da yoktu. Salonun sağ tarafında iki tane eski kanepe ve birkaç minder şöminenin hemen önüne yerleştirilmişlerdi. Ortada ise küçük bir kilim bulunuyordu. Sol taraftaysa birkaç dolap ve bir masa etrafında iki sandalye vardı. Jin, masanın önünde durmuş tabakları masaya yerleştiriyordu. "Yardım edebileceğim bir şey var mı?" dedi Jennie ne diyeceğini bilemeyerek. Bu genç adam oldukça cömertti ve kim olduğunu hatırlayasıya dek burada kalmasına izin vermişti. "Hayır," diye cevap vermişti Jin. "Zaten bitti, hadi oturalım." Sandalyelerden birini çekip oturduğunda Jennie de karşısındaki sandalyeye oturmuştu. "Peki," diye devam etti Jin. "Merak ettiğin şeyleri bana sorabilirsin. Doktor bunun hatırlaman açısından faydalı olduğunu söyledi."
Jennie, ellerini kucağında birleştirmiş ve şöyle bir etrafa bakmıştı. Evi sevmişti. Şirin bir yerdi. Ama neden olduğu bilinmez bir şekilde dışarı çıkmak için büyük bir istek duyuyordu. Güneş ışıklarını, gökyüzünü, ağaçları görmeye yemek yemekten veya uyumaktan daha fazla ihtiyacı varmış gibi hissediyordu. Derin bir nefes aldı. "Dışarı çıkmak istiyorum." Karşısında oturan genç adamın yemek yedikten sonra çıkacaklarını söylemesini bekliyordu ama Jin yemek yemeyi bırakarak ayağa kalkmış ve dışarıya yönelmişti. Jennie de peşinden kalkıp neredeyse koşarak dışarıya çıktığında yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Hafifçe esen rüzgarı teninde hissedebiliyor, güneş gözlerini kamaştırıyordu ve açık havanın kendine has kokusu şimdiden mest olmasını sağlamıştı. Jin, kulübenin ön tarafında bulunan bir banka oturduğunda bu sefer Jennie yavaş adımlarla onu takip etmişti. Etrafa hayranlıkla bakıyordu. Yeşillikler, çiçekler ve bir miktar huzurla dolu bu yer onu neşelendirmişti. Bankın boş kalan kısmına oturdu ve gülümseyerek yan tarafta birbirlerini kovalayan çocuklara baktı. "Demek bu kasabada yaşıyorsun. Ne kadar güzel.." Kafasını hafifçe sağ tarafa çevirerek Jin'e bakmıştı. "Doğduğundan beri burada mı yaşıyorsun?"
Genç adam hemen kafasını iki yana sallamıştı. Jennie'nin aksine o burayı sevmiyordu. Geldiğinden beri hiç sevememişti. Doğrusu, sevdiği herhangi bir yer de olmamıştı ki hiç. Kendini bir yere ait hissedemiyordu. "Ben çok sık yer değiştiriyorum. Buraya geleli bir ay bile olmadı." Ayaklarının altında bulunan bir dal parçasını ezerken kurumuş dudaklarını diliyle ıslatmıştı. Jennie, onun mutsuzluğunu anlayarak üzüntüyle iç çekmişti. "Neden sık sık yer değiştiriyorsun?"
Jin'in dudaklarında istemsizce bir tebessüm oluşmuştu. Daha önce onlarca yere gitmiş, onlarca kasabada veya köyde bulunmuştu. Yüzlerce insanla tanışmış, karşı karşıya gelmiş, sohbet etmiş veya hiç olmazsa selam vermişti. Yine de, hiç kimseye bu hikayeyi anlatmamıştı. Sık sık yer değiştirdiğini söylediğinde tıpkı Jennie gibi nedenini merak eden birçok kişi olmuştu elbette. Ama Jin anlatmak istememişti. Onlara nasıl güvenebilirdi ki? Bu hikayenin kulaktan kulağa yayılmasını istemiyordu. Yaptığı işi gizlice ama güvenilir bir şekilde hallediyordu. Fakat, şimdi Jennie'ye söyleyecekti. Onu henüz yeni tanıyordu ama ilginç bir şekilde güvenmişti. Bu kadında garip bir sıcaklık ve şefkat vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't let your crown fall ❅ bts•bp
FanfictionSaçlarının tutamları arasına sıkışmış bu taç, bir yıldıza benzer. Dışarıdan bakıldığında parlak, güzel ve görkemlidir fakat aslında olan; sürekli kendi ateşinde kavrulan sıradan bir topraktan ibarettir. taelicekook, namsoo, yoonmin ve sürpriz bir çi...