Raina Krallığı'nın bahçeye açılan bölümünde, girişteki banklardan birine yerleşmişti Roseanne. Elindeki defteri karıştırıyor, kaşlarını çatarak bir şeyler yazıyor veya okuyordu. Kuşların cıvıltısı ve bahçedeki havuzdan gelen hafif su sesi gülümsemesini sağlamıştı. Fakat, ne zaman bu sarayın koridorlarında gülümsemeyi başarsa dibinde bitip gülümsemesini solduran kişi birden ortaya çıkıvermişti: Hoseok.
Genç adam yüzündeki alaylı sırıtışıyla beraber Rose'nin yanındaki boş kalan yere oturduğunda Rose ona odaklanmamayı ve yokmuş gibi davranmayı seçerek defteriyle ilgilenmeye devam etmişti. "Ne o minik Rosie, Yoongi'ye olan karşılıksız aşkını defterlere mi döküyorsun yoksa?"
Rose, oflayarak sert bakışlarını Hoseok'a yollamış defteri şak diye kapatıvermişti. İçinden defteri karşısındaki adamın kafasında parçalamak geliyordu lakin bir leydinin bir lorda böyle bir şey yaptığı nerede görülmüştü ki? "Bence," dedi neredeyse tıslayarak. "Benim gibi bir hanımefendinin ağzından kötü laflar işitmek istemezsin Lord Jung."
Hoseok gülmüş ardından parmaklarını kızın saçlarına yönlendirmişti. Saç tutamlarından biriyle oynamaya başladığında Rose onun eline sertçe vurmuş ve geri çekilmesini sağlamıştı. "Belki de yanlış bir tahmin yaptım." diyerek hafifçe kıza doğru eğildi. "Belki de sen burada Sooyoung'ı bekliyorsun."
"Sooyoung mı?" Rose şaşkınca Hoseok'a bakmış, kaşları istemsizce havalanmıştı. Bu genç adam yine ne saçmalıyordu böyle? "O kim, ben tanımıyorum."
"Ah, haberin yok demek." Keyifli bir kahkaha attı. Rose ile uğraşmak en büyük hobilerinden birisiydi. Sinirlendiğini çok kolay belli ediyordu işte ve Yoongi'ye aşıktı. Yoongi'ye aşık olma düşüncesi Hoseok'a göre çok komikti çünkü bu genç kral; kendisinin en yakın dostlarından biri olduğundan Hoseok onun her şeyini biliyor, Yoongi söylemese bile tahmin edebiliyordu. İşler karışacaktı ve bu durum onu mutlu ediyor hatta heyecanlandırıyordu. "Kimsenin sana söylememiş olması ilginç aslında. Arlene, Yoongi için bir genç leydiyi kıyı şehirlerindeki bir şatodan saraya davet etmiş. Yoongi'nin artık evlenmesini arzuluyor ve o kızı da bu evlilik için uygun bulmuş, anlaşılan."
***
Rose, kabarık siyah elbisesinin uçlarının yerlerde dolaşmasını umursamadan Jimin'in odasındaki duvara yaslanmıştı. Kaşları çatılmış, gözleri kısılarak bakışlarını uzaklara alıp götürmüştü. Abisi de ondan farklı değildi. Şöminenin yanındaki koltuğa yerleşmiş, ellerini kucağında birleştirmiş yerdeki tahtaları izliyordu. Birkaç dakika sonra yumuşak dudaklarını aralayarak mırıldandı. "Sence o kız güzel midir?"
Rose iç çekerek Jimin'e bakmış ardından durumun komikliğine karşı hafifçe kıkırdamıştı. Fakat bu alaycı gülüş yerini iki saniye içerisinde sert bakışlara ve donuk bir yüz ifadesine bırakmıştı. "Muhtemelen öyledir. Arlene bu kızı seçtiğine göre.."
"Pekala." dedi Jimin ani bir hareketle oturduğu koltuktan kalkarak. "Ben gidiyorum."
Rose, bir şey söylemeden genç adamın arkasından bakmıştı. Jimin ise koridora çıkar çıkmaz odasının kapısını kapatmış hızlı adımlarını kraliyet salonuna yönlendirmişti. Büyük kapının önüne geldiğindeyse derin bir nefes almış elini yumruk yaparak kapıya vurmuştu. İçeriden Yoongi'nin girmesi için seslendiğini duyduğundaysa kapı kolunu aşağıya indirerek yavaşça aralamıştı kapıyı. Yoongi her zamanki gibi kraliyet odasındaki masanın en uç kısmında otururken bahsedilen kız, Sooyoung, da çaprazında oturuyordu. Sooyoung'un arkasında - duvarın neredeyse dibinde - üç tane saray görevlisi kadın vardı ve gözlerini asla yerden kaldırmadan ayakta dikiliyorlardı.
Jimin, hafif bir baş selamıyla Yoongi'yi selamladıktan hemen sonra meraklı bakışlarını Sooyoung'a çevirmişti. Gerçekten çok güzel bir kızdı. Uzun boyluydu, bembeyaz bir teni ve siyah saçları vardı. Yüzündeki güzel gülümseme de ona bir tatlılık katıyordu. Genç adamın dudakları neredeyse kıskançlıkla büzülmek üzereyken son anda kendini toparladı ve sahte bir şekilde öksürdü. "Kusura bakmayın, sizi rahatsız ettim majesteleri." dedi. Ne kadar yalnızken Yoongi'ye adıyla hitap etme fırsatı bulsa da yanlarında başkası varken bunu yapamazdı. "Şey için gelmiştim ben... Şey.." Sahiden, şimdi ne diyecekti? Gözlerini kaçırdı ve yerdeki tahtaları izlerken aniden aklına gelen fikirle kocaman gülümsedi. "Akşama ne yemek arzu edersiniz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't let your crown fall ❅ bts•bp
FanfictionSaçlarının tutamları arasına sıkışmış bu taç, bir yıldıza benzer. Dışarıdan bakıldığında parlak, güzel ve görkemlidir fakat aslında olan; sürekli kendi ateşinde kavrulan sıradan bir topraktan ibarettir. taelicekook, namsoo, yoonmin ve sürpriz bir çi...