Ağaçların henüz çiçek açmaya başladığı vakitlerde, Raina Krallığına ait sarayın camları buzla kaplanmış kadar soğuk; içerinin aurası karanlık bir o kadar da ürkütücüydü. Uzun sarı saçlı genç kadın, saçlarını beceriksizce tepede toplamıştı. Yatağında öylece uzanan kraliçeye bakıyordu. Saçlarındaki ıslaklık ve alnında hala varlığını koruyan terler, kraliçenin biraz önce çekmiş olduğu zorluğu kanıtlar nitelikteydi. Jennie, yalnızca yarım saat kadar önce doğum yapmıştı ve bir oğlan çocuğu dünyaya getirmişti. Bu çocuk, Raina'nın varisiydi. Muhtemelen de tek varisi olacaktı dolayısıyla eninde sonunda kral olması beklenen kişiydi. Doğar doğmaz omuzlarına binen yük o kadar fazlaydı ki küçük bebek bundan haberdar olmasa bile şimdiden iç karartıcıydı.
Arlene, yavaş adımlarla yan taraftaki beşiğe ilerledi. Jennie, hala uyuyordu. Minik bebek ise saraydaki hizmetkarlar tarafından ılık ıslak bir bezle temizlenmiş, giydirilip güzelce beşiğine yerleştirilmişti. Gözleri kapalıydı ve öylece yatıyordu. Siyah saçları ve minik, tatlı bir yüzü vardı. Genç kadın zorlukla yutkundu. Ardından dudakları arasından küçük bir nefes süzülüvermişti dışarıya. Pekala, o henüz annesine ihtiyaç duyan küçük bir çocuktu ancak annesinin Raina'nın kraliçesi olması her şeyi mahvediyordu. Kaderi, doğmadan öncesinde belliydi ve ona da yalnızca buna uyum sağlamak düşüyordu.
Arlene, bir cadıydı. Büyü özelliği genetik olarak anneden kızına aktarılırdı. Nadir olarak erkek çocuklarda da görülürdü fakat bu çok sık rastlanan bir durum değildi.
Sarı saçlı büyücünün dudaklarında kibirli bir gülümseme oluştu. Belki bizzat Jennie yapmamıştı bunu ama Jennie'nin ailesi Arlene'in annesini öldürmüştü. Hayatındaki tek varlığı annesiydi ve o da elleri arasından kayıp gitmişti. Hiçbir şey yapamamıştı. Elbette, intikam duygusu kalbinde alev gibi yanıyordu ama intikam duygusundan daha ağır bir şey vardı: çaresizlik. Arlene, annesi idam için götürüldüğündeki o çaresizlik hissini tekrar yaşamak istemiyordu. Tekrar o kadar acınası ve güçsüz hissetmeyi kaldıramazdı. Sevdiği insanları korumak istiyordu, onlara zarar gelmesine izin vermeyecekti. Bunun için de en güçlü kişi olacaktı.
Planı ise tam da şimdi başlıyordu.
Beşiğinde yatıyor olan bebeği rastgele bir battaniyeye sardıktan sonra kucağına aldı ve kapının önünde bekleyen orta yaşlı lorda uzattı. Adam yutkunarak kaşlarını çatmış fakat başka çaresi olmadığının farkında olarak bebeği kucağına almıştı. "Ne yapmalıyım?" demişti titreyen bir ses tonuyla.
Cadının sesi ise lordun aksine sert ve kendinden emindi. Yıllardır beklediği an gelmişti ve bundan daha güzel bir şey olamazdı. "Götür onu," dedi tereddüt bile etmeden. "Kraliçe, bu çocuğa ait tek bir saç teli bile sahip olamayacak." Bağlı saçlarını çözerken kafasını yana eğerek kraliçeye ait tuvalet masasına baktı. "Beni anlıyor musun? Şimdi, benim sıram."
Lord bir şey söylemeden, aslında söyleyemeden odanın kapısının önünden çekildi. Bebekle beraber uzaklaştı oradan. Geriye tek bir engel kalmıştı: sevgili kraliçe... Bunca zaman boyunca insanların önünde diz çöktüğü, hürmet gösterdiği, genç ama bilge kraliçe. Bakışlarını bir zamanlar gerçek anlamda ve tüm samimiyetiyle en yakın arkadaşı olarak gördüğü kişiye çevirdi. Arlene için durum böyleydi ama acaba Jennie için en yakın arkadaş kalını Arlene'e uyuyor muydu? Ne yazık ki, bunu hiçbir zaman bilemeyecekti. Jennie bunları hak etmiyordu çünkü ailesini öldüren kişi Jennie değildi. Ancak Arlene'in Jennie'den kurtulmaya çalışmasının sebebi de intikam değildi zaten. Güçtü. Jennie'nin oturduğu o tahta, bulunduğu o yere ihtiyacı vardı. Böylece ileride bir ailesi olduğunda onlara bir şey olmasına engel olacaktı. Böylece bir gün cadı olduğu ortaya çıksa bile yaşamaya devam edebilecekti. Tıpkı hak ettiği gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't let your crown fall ❅ bts•bp
FanficSaçlarının tutamları arasına sıkışmış bu taç, bir yıldıza benzer. Dışarıdan bakıldığında parlak, güzel ve görkemlidir fakat aslında olan; sürekli kendi ateşinde kavrulan sıradan bir topraktan ibarettir. taelicekook, namsoo, yoonmin ve sürpriz bir çi...