Shawn Mendes - Imagination
Jisoo, öylece çimlerin üzerinde oturuyor ve stres içerisinde çimleri yoluyordu. Çok sinirliydi. Jennie'yi bulmak için yola çıkmıştı ve sadece saniye farklarıyla onu kaçırmıştı. Başını ellerinin arasına aldı ve ileriye geriye hafifçe sallandı. Daha sonra minik bir çığlık atıp oturduğu yerden kalktı. Namjoon ile beraber elleri boş bir şekilde kasabalarına geri dönmek zorunda kalmışlardı. Namjoon, resim tezgahının başına geçmiş resimlerini satmaya devam ediyordu. Onun umrunda olmayabilirdi belki de ama Jisoo Raina'nın eski kraliçesini bulmak zorundaydı. Annesini bulmanın, ulaşmanın tek yolu o kadından geçiyordu. Yapılması gereken şeyler vardı. Jisoo, öğrendikleri sayesinde artık ne yapması gerektiğini biliyordu ve bu listenin en başında da Jennie'yi bulmak geliyordu.
Oflayıp evine doğru giden patikaya yöneldi. Bugün de bolca düşünmüş, neler yapabileceğini planlamıştı fakat elinde bir şey yoktu işte. Bomboştu.
"Jisoo." Arkasından gelen sesi duyduğunda duraksadı. Ardından hızla arkasına döndü. Namjoon koşarak, nefes nefese, yanına doğru geliyordu. "Her yerde seni aradım." Jisoo'nun yanına ulaştığı zaman elini dizlerine dayamış ve derin nefesler alıp vermişti. "Bir fikrim var."
Jisoo kaşlarını kaldırarak kollarını göğsünde birleştirmiş ve Namjoon'a doğru birkaç adım atmıştı. "Ne fikri?"
"Reilius Kralı Kim Taehyung'u tanıyorum. Belki bu kadınla ilgili bir şeyler biliyordur, sonuçta Raina ve Reilus çok eski krallıklar. Bence, bir şeyler çıkabilir."
***
Yoongi, birkaç saatliğine krallık vasfını bırakmış gibi gözüküyordu. Üzerine basit kıyafetler giymiş, nerdeyse bomboş olan küçük odadaki piyanonun başına geçmişti. Odadaki tek pencereden, pencere neredeyse tüm duvarı kaplıyordu, gelen rüzgar krem renkli perdeleri dalgalandırıyordu. Perdeler oradan oraya uçuşuyor, adeta dans ediyorlardı. Perdelerin arasından fırsat bularak süzülen minik güneş ışıkları genç adamın yüzünde yansıyor ancak onu rahatsız etmekten korkarmış gibi gözlerini hedef almıyor, en fazla elmacık kemiklerine düşüyorlardı.
Üzerindeki uzun siyah ceket tabureden aşağı doğru sarkıyor, siyah yumuşak bir döşemeyle hazırlanmış taburede dimdik oturuyordu genç kral. Uzun, ince parmakları büyük bir uyum içerisinde siyah ve beyaz tuşların üzerinde geziniyordu. Ayağı, yavaşça yerdeki pedala benzeyen demirin üstünde duruyor; vakti geldikçe basıyordu. Gözleri ise tamamen kapalıydı. Sanki, çalmıyor hissediyordu. Fakat bir süre sonra parmakları tamamen durdu. Gözlerini hafifçe aralayıp kapıya doğru çevirdi. Orada, birinin olduğunu hissetmişti. Jimin'i gördüğünde yüzüne güzel bir gülümseme yayılmıştı. Jimin, ona hayran hayran bakıyordu ve dalıp gitmişti. Yoongi tarafından fark edilmenin, özellikle bakışlarının fark edilmesinin, verdiği utançla yanakları pembeleşmişti.
En sonunda, bir şeyler söylemesi gerektiğini hissettiğinde dudaklarını aralamıştı. "Çok güzel çalıyorsunuz majesteleri," demişti kısık bir sesle. "Çok beğendim."
Yoongi kıkırdamıştı. Jimin, ilginç bir çocuktu. Bazenleri yalnızken yanlışlıkla ona kralım ya da majesteleri diye hitap ediyordu - ki yalnızken Yoongi demesi yeterliydi - bazenleri de önemli bir toplantı veya kalabalık bir ortamda ismiyle sesleniyor, etraftaki insanlardan kınayıcı bakışlar kazanıyordu. "Beğendin mi?"
"Evet," Jimin kafasını aşağı yukarı sallayarak onaylamıştı. "Çok."
"Pekala, kapıyı kapat ve gel. Sana piyano çalmayı öğreteyim."
Jimin, kapıyı kapatmış ve hızlı adımlarla piyanoya ilerlemişti. Yoongi, yana kayarak taburede Jimin'e yer açtığında genç adam da vakit kaybetmeden yerleşmişti. "Bu şarkıyı mı öğreteceksin bana?" diye sormuştu hevesle. Gözleriyle açık olan nota kağıdını tarıyordu ancak Yoongi'nin bu kağıda bakmadığına adı kadar emindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't let your crown fall ❅ bts•bp
FanfictionSaçlarının tutamları arasına sıkışmış bu taç, bir yıldıza benzer. Dışarıdan bakıldığında parlak, güzel ve görkemlidir fakat aslında olan; sürekli kendi ateşinde kavrulan sıradan bir topraktan ibarettir. taelicekook, namsoo, yoonmin ve sürpriz bir çi...