seventy two

15 2 1
                                    

"Fei?"

Eve girerken sessiz olmaya çalışsa da uyanık olup olmadığını anlamak için ismini seslenmişti. Xiaoting gerçekten sabah erkenden kalkıp Hao Fei'yi kontrol etmeye gelmişti. Yavaşça yatak odasına ilerledi. Kapı aralıktı. Jia Wei muhtemelen Shou için erkenden çıkmıştı. İçeri girdiğinde masumca yatağında uyuyan Hao Fei'yi görmüştü. Gülümseyip yanına oturdu. Üzerindeki örtüyü düzeltip saçlarını yavaşça okşadı. Çabuk uyanmayan bir insan olduğunu bilmesi işine gelmişti.

"Mm..."

Uyuyan gencin kaşları yavaşça çatıldı, istemsizce yorganı sıkmıştı. Xiaoting yavaşça ona eğildi. Kaşlarının arasını parmağının ucuyla okşarken aslında canının yandığını fark etmişti. Bu da istemsizce gözlerinden birkaç damla yaş akıttı. Karşısında duran yüzü yara bere içinde çocuğun yanağına elini usulca koydu. Burnunu hafifçe çekti. Onun yüzündendi. Onun yüzünden canı acıyordu. Zhan ile dün konuştukları aklına geldi. Sinirlenmişti.

*

"Sana söyledim, ona zarar verirsen karşında dururum dedim. Zhan.."

"Benim de canım acıyor görmüyor musun? Bu kadar mı seviyorsun bu adamı?"

"Evet! Evet bu kadar çok seviyorum. Bir daha onun kılına zarar gelirse... seni buna pişman ederim. Umarım beni anlarsın."

"Siktir et, sana açtığım kalbimin içine sıçayım ben. Bundan sonra adımı ağzına bile alma Xiaoting. Anladın mı beni?!"

*

Biraz itişmişlerdi, bu yüzden Xiaoting'in kolunun içinde bir morluk vardı. Düştüğünde olmuştu. Karşıdaki onu hiç umursamadan çekip gitmişti sonrasında. Derin bir nefes verdi. Bu kavgaya en çok Hao Fei'nin sevineceğinden emindi. Sakinleşen gencin huzurlu uykusunda Xiaoting'in eline tutunması diğerinin kalbini yerinden çıkaracak gibi olmuştu. Elini tutup mırıldanmıştı.

"Xiaoting, gitme."

"Gitmiyorum. Buradayım ben."

"X-Xiaoting... korkuyorum."

Kötü bir kabustu Hao Fei'yi böylesine üzen. Rüyalarında Xiaoting bir anda Zhan ile el ele uzaklaşıp gidebiliyordu. Bu da dileyeceği en son kabustu. İrkilerek uyandığında kaşındaki dikişlere bakan Xiaoting'i görmüştü. Gözleri kesişti. Bu da ikisinin de tüylerini diken diken etmişti.

"Günaydın uykucu."

"Ne zaman geldin?"

"Yarım saat anca oldu."

"Gece uyuyamadım ağrıdan.."

Saçlarındaki ellerle donup kalırken istemsizce gözlerini kapatmış ve derince bir nefes almıştı. Kısa olan onun bu haline gülümsedi. Bir süre daha saçlarıyla oynarken Hao Fei ikinci uykusuna dalıvermişti. O da bu sırada mutfağa geçmeye karar verdi. İlaçlarını içmeden önce kahvaltı etmesi gerekirdi. Pür dikkat işini yapıyordu. Kendi kendine mırıldandığı şarkı da evin içindeki tek sesti ki öylesine kısık sesle söylüyordu ki ses bile demeye bin şahit isterdi. Belindeki ellerle irkildi.

"Uyandın mı?"

"Evet.. ne yapıyorsun?"

"Sana kahvaltı hazırlıyorum."

"Yorulmasaydın."

"Sorun değil."

"Ting."

"Gidip otur ve dinlen. Hem yılışıklık da yapma..."

Belindeki kollarını kastederek söyledi. Diğeri bunu öylesine bir hevesle yapmıştı ki... hep hayalini kurduğu bir şeydi. Xiaoting mutfağındayken belinden sarılıp ona öpücükler vermek... hatta bazen çok daha fazlası. Kafasını sallayıp bu düşünceleri bir kenara itmeyi denedi.

"Var mı hazır olmasına daha?"

"Çok az kaldı, bekle biraz. Şöyle bir on dakikası var."

"O zaman tamam..."

Diğeri mutfakta yemekle ilgilenirken, kendisi de masadaydı. Kafası doluydu, ne diyeceğini düşünüyordu. Bugün konuşmaları gerekecekti. İlla bir konudan duygularına geleceklerdi. Bu yüzden hazır olmalıydı. Kabul mü edecekti yoksa inkar etmeye devam mı edecekti? İçinden kendine sorduğu bu soruya verdiği tek bir net cevap vardı. En başından beri olması gereken tek net cevap.

"İşte hazır."

"Çok güzel kokuyor... ellerine sağlık."

"Afiyet olsun. Hadi soğutmadan iç çorbanı."

"Sen de."

"Hm~ afiyetle yiyeceğim."

Sonra ikisi de sessizliğe gömüldü. Biri yemeğine odaklıydı, diğeriyse diğerinin güzelce yiyip yemediğine. Sessiz geçen yemek faslını bölen Xiaoting'in sorusuydu.

"Nasıl oldu?"

"Ne? Kavga mı? Zhan anlatmadı mı?"

"Hep seni suçladı. Ama biliyorum... barıştık diye katlanamıyordu zaten. Bahane bulup seni rahatsız eder diyordum ama..."

"Sorun değil. Ne mal olduğunu öğrenmiş ol yeter."

"Şey... onu tamamen hayatımdan çıkardım. Zaten daha önce de ona sana zarar gelirse... neyse."

"Yoo o cümlenin devamı gelsin hemen. Bir kere söyledin."

"Ona dedim ki... Eğer Hao Fei'nin kılına zarar gelirse karşında beni bulursun."

"Haşin misin.. kükre bakayım kaplan!"

"Rawr~"

İkisi de kahkahalara boğulurken gülüşmelerle sona ermişti yemekleri. Bu da ikisini tarifsiz bir huzura sürükledi. Hao Fei ilaçlarını almak için oturma odasına geçti. Haplarını bir su yardımıyla içerken Xiaoting de bulaşıkları yerleştirmek istedi. Ta ki o mahçup sesi duyana dek.

"Ting... kremlerimi sen sürebilir misin?"

"Tabii ki canım. Otur sen elimi kurulayıp geleyim hemen."

Koltuğa yerleşti, geriye yaslandı. Xiaoting de eline poşeti alıp nasıl uygulayacağını okuyarak koltuğa dizlerinin üzerinde çıktı. Bir dizi Hao Fei'nin iki bacağının arasındayken diğeri dışına doğruydu. Önce karnındaki morluklara kremini sürdü. Hao Fei bunun hoşuna gittiğini bir sır gibi sakladı. Sanki canı yanıyormuş gibi yapıyordu. Sonra kollarına sürdü yavaşça kremi. Zaten her hareketi oldukça yavaştı. Karşısındakini incitmekten ölümüne korkuyordu. Sıra yüzüne gelmişti. Kafasını yaklaştırıp yüzündeki yaralarla ilgilendi. Kaşındaki, gözündeki, çenesindeki ve dudağındaki... Hao Fei yutkunup karşısındaki gence baktı. Masumca dudaklarını öne doğru hafif büzmüş pür dikkat işini yapıyordu. Sızlandı mı onunla sızlanıp üzüntü ile yaralarına bakıyordu. Elini uzattı ve kremi süren elini tuttu. Gözleri şimdi diğerinin gözlerindeydi. Yüzünü izledi, hayranlıkla. Bu anın hayalini çok kurmuştu. Elini kısa olanın beline sararken kendine iyice çekmişti. İkisi de her an kalp krizi geçirip yere yığılabilirdi. En sonunda beklenen oldu, Hao Fei korkusunu bir kenara bırakıp dudaklarını her zaman olmasını istediği yere bastırdı. Xiaoting'in dudaklarına. Yavaş bir öpücüktü ve duygu dolu. Kremli eli havada kalsa da diğer eli Hao Fei'nin omzundan ensesine çıkmıştı. Oradaki saçlarla oynadı. İçindeki duyguları bastırmak istemiyordu çünkü. İkisi için de yeteri kadar hüzün yaşanmıştı. Şimdi sıra mutlu olmaktaydı. Gittikçe derinleşen ve tutkulu bir hale gelen öpüşme, kapının çalmasıyla yarıda kesilmişti.

"Açın kapıyı gençler, aşk bebeğiniz geldi."

"Jia Wei... seni elime geçirince öldüresiye döveceğim."

"Sus da kapıyı aç hadi."

Diğerleri ile birlikte içeri giren Jia Wei oldukça neşeliydi. Ama tabii karşılarındaki ikili hiç de o kadar neşeli görünmüyordu.

Twitch Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin