Burak'ın ağzından;
Sabah gözlerimi açmamın tek nedeni güneş ışığından rahatsız olmamdı, yoksa herkes gibi bende öğlene kadar uyumakta usta bir insandım. Ayrıca insanları gıcık etmekte ve istemediğim işlerden, kişilerden kaçmakta oldukça başarılı olduğumu söyleyebilirdim. Fakat bu aralar ustalık alanlarım kontrolümden çıkmış gibiydi. Eğer istemiyorsam biterdi, sonsuza kadar hem de ama bu bitmiyordu işte. Susmasını söylediğim her defasından daha yüksek bir sesle karşılık alıyordum, ses her defasında daha hiddetli bağırıyordu. Ses hislerimi oldukça iyi tanıyordu. Miray'a olan hislerimi. Ve bildiği için susmuyordu.
Başımı yana devirdim ve yatağında huzurla uyuyan Miray'a baktım. Işın kılıcını elinden bırakmamıştı ve bu görüntü sesi tekrar gün yüzüne çıkarmayı başarmıştı.
'Hislerini daha ne kadar inkâr edeceksin?' diye fısıldadı ses. Kulaklarımı kapatmak için büyük bir istek doğdu içimde ama bu istek yersizdi, beynimde ki sesi böyle yok edemezdim. Onu alt etmem gerekiyordu.
"Ne kadar edebilirsem o kadar."dedim sert bir tavırla. Sesim kulaklarımı dolduruncaya kadar yüksek sesle konuştuğumu fark etmemiştim bile. Hiddetle mayalanmış bu sesin sahibinin de ben olabileceğimi düşünmek istemiyordum. Bu günü hızlı ve sorunsuz bir şekilde atlatmak istiyordum. Ailemin ölüm yıl dönümünü biraz kederli geçirecek oluşum normaldi ve bunu tek başıma atlatmak isteme hakkımın da olduğunu düşünüyordum.
Başımı geriye yaslayıp saçlarımı dağıttım, ağzımda pasta tadı vardı ve karnım gurulduyordu. Hızla ayağı kalktım ve yerden pantolonumu alıp giydim. Tişörtümü de kanepenin kenarından çekip üstüme geçirdim. Sanırım çoktan hazırlanmıştım. Banyoya gidip dişlerimi hızla fırçaladım. Kaçınılmaz olanı ertelemeye gerek yoktu. Ölümün elinden kurtulamayacağımızı bildiğimiz gibi yakınlarımızın da öleceğini bilmemiz gerekiyordu. Kimse o kanlı sivri parmaklardan kaçamamıştı, sırf birisi çok seviyor diye kimse dirilmemişti. Ölümün soğuk ama huzurlu tadını alan kimse geride kalanları düşünmemişti.
Montumu üzerime geçirdim ve son kez Miray'a baktım. Hiç anlatmamıştı ama Miray'ın ailesi bir yerlerde yaşıyordu. Ya da ailesinden kalanlar, ama benim ailem bir günde tamamen yok olmuştu. Sadece şimdi hiçbir işe yaramayan Poyraz kalmıştı.
Başımı hiddetle salladım ve odadan çıktım. Yurt koridorlarında hızlı adımlarla yürürken kimsenin yüzüne dahi bakmamıştım. Başım biraz eğik ellerim montumun cebinde yürüyordum. Dışarı çıktığımda motosiklete atlayacakmış gibi duruyordum ama dışarıda beni bir bisiklet bekliyordu. Poyraz'la tartıştığım için arabasını alamıyordum. Daha önce bana araba isteyip istemediğimi sorduğunda istemediğimi söylemiştim. Arabaları seviyordum ama bisiklet daha özgür hissettiriyordu.
Bisiklete atladığım gibi sürmeye başladım. Kaldırım kenarından hızla ilerlemeye devam ediyordum. Gökyüzü metale benziyordu. Sanki birisi baştan aşağı gri ile kaplamıştı ve hiç rüzgar yoktu. Bir kutuya hapsedilmiş gibi hissettiriyordu. Ara sırada ortaya serilen bulutlar sürüden kopan kuzular gibiydi. İnsanlar ise her zamanki gibiydi, ruhsuz. Bazıları kulaklıklarını kulağına iliştirmiş şarkı dinliyordu, bazıları ise sadece ileriye bakarak yürüyordu.
Yanından geçmek üzereyken "Günaydın."dedim genç bir kıza. Gözleri dolmuş ağlamak üzereydi. "Sana da."dedi buruk bir gülümsemeyle ve yanından geçtiğimde arkamdan bir süre baktı. Acı ve mutluluk küçümsenemezdi. Sevgilisinden ayrıldığı içinde üzülürdü bir insan ailesini kaybettiği içinde. Küçük bir günaydın ile de sevinirdi bir insan istediği hediyeyi aldığı içinde. Değişirdi ve değişkenlik bile o kadar göreceli bir kavramdı ki bazen dünyanın hangi kurallar üzerine kurulu olduğunu anlaşılmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahlaksız Mavi
Storie d'amoreOnun mavileri farklıydı... Mavinin en çapkın tonuydu. Onun mavisinde boğulmak, ölümlerin en güzeliydi. O Ahlaksız Mavi'ydi...