Genç Müslümanlar

15.5K 961 132
                                    

"Mus'aaaab! Uyansana artık. Haydi kahvaltı hazır!"

Yine uyanmadı. Bir insanın uykusu en fazla bu kadar ağır olabilirdi herhalde. Elimdeki tabakları masaya bırakıp Mus'ab'ı uyandırmaya, yukarı yöneldim. Odaya -odamıza- girdiğimde gördüğüm şey istemsizce gülümsememe sebep oldu. O kadar huzurlu uyuyordu ki... Allah'ım! Oturup saatlerce uyumasını bile izleyebilirdim. Karışmış saçları, açılmış ağzıyla tam bir şapşala benzese de bence karşımda hiçbir şeyden habersiz yatan adam dünyanın en yakışıklı erkeğiydi. Gülümsememi engelleyemiyordum. Halbuki az önce bu odaya sinirli girmiştim. İşte Mus'ab'ın üzerimdeki etkisi buydu. Onu görmem bile sinirime, hüznüme, derdime, kederime iyi geliyordu. Bu çocuk bana iyi geliyordu.

"Neye bakıyorsun sen öyle?"

Mus'ab birden konuşunca korkuyla yerimden sıçradım. Artık düşüncelere nasıl dalmışsam!

"Seni uyandırmaya geldim. Haydi, kahvaltımız hazır."

Kocaman esnemesi eşliğinde "Tamam, iniyorum şimdi." dedi. Ya da demeye çalıştı diyelim. Çünkü daha çok "Tomom, onoyorom şomdo," gibi bir şey çıktı ağzından.. Gülümseyip aşağı indim. Hazırladığım masaya şöyle bir baktığımda gördüğüm şey mutlu olmama yetti. Güzel bir masa hazırlamıştım. Tam sevgili beyimle şahane bir pazar kahvaltısı etmelik...

Beyim.. Evlendiğimizden beri Mus'ab'a isminden başka bir şeyle seslenmedim. Ufak da olsa bir alışma süresi benim de hakkımdı değil mi! Zaten söylemem gereken bütün aşk sözleri beynimin içinde dönüp duruyordu. Düşüncelerimi yazabilecek olsam dünyanın en ünlü şairi olurdum herhalde. Beynimin içinde günde 4934986 tane şiir yazıyordum resmen Mus'ab'a. Ama sanırım onun bunları bilmesine gerek yoktu. En azından şimdilik. Şey.. Neyse, kahvaltı masam. Gerçekten çok güzel bir kahvaltı masası hazırlamıştım. Mus'ab esneye esneye merdivenlerden inerken dönüp ona bir baktım. Üzerindeki gri eşofmanı ve beyaz tişörtüyle.. Ay! Gri eşofman bir insana bu kadar yakış... Ya ne diyorum ben!

"Haydi bırak esnemeyi. Gel, çayını koyayım.."

Mus'ab yanıma gelip bana kocaman sarılırken, "Vaay! Ne yapmışsın böyle Zehra.. Böyle bir masa hazırladığını bilseydim hemen kalkardım. Resmen masaya saygısızlık etmiştim," dedi.

Çaylarımızı koyup masada Mus'ab'ın karşısına oturdum. Mus'ab elindeki gazetede gözüne çarpan haberleri sesli okurken, ben de hem onu dikkatlice dinliyor hem de tabağımdaki zeytinlerle uğraşıyordum. Yukarıdan telefonunun sesi gelince gazeteyi masaya bıraktı.

"Hayr ola. Kim arar ki beni sabah sabah?" diyerek yukarı çıktı.

Aşağı indiğinde hala telefonla konuşuyordu.

"Tamam Attab. Tamam kardeşim. Ben bir Zehra'ya sorayım bakayım. O ne der bilmiyorum.. Benim için uygun tabi ama, Zehra'ya sorayım da bir... Tamam kardeşim, Allah'a emanet ol.. Selametle."

Telefonu masanın kenarına bıraktı. Neyi soracaktı ki bana? Attab kimdi hem? Daha ben sorularımı soramadan Mus'ab konuşmaya başladı,

"Attab benim çok eski arkadaşım.. Çok eski.. Annemle babamın yaşadığı zamanlardan. O zamanlar aynı mahallede otururduk. Kazadan sonra da görüştük ama öyle çok sık değil." Çayından bir yudum alıp devam etti, "Genç Müslümanlar diye bir vakıf var biliyorsundur belki, Attab o vakıfların başındaki isim. Tebliğ yapıyorlar sokaklarda. Hanımlar, gayrimüslim hanımlara İslam'ı anlatıyorlar, beyler de beylere.. New York'a taşındığımı ve evlendiğimi twitter'dan görünce aramış zaten. New York'ta bir vakıf daha açmak istiyorlarmış. Sen beyler bölümüyle ilgilenirsin, hanımın da hanımlar bölümüyle, dedi. Eğer istersek vakıf için gerekli maddi desteği sağlayacaklarmış."

Tevafuklar..Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin