6.Bölüm

110 8 0
                                    

Alan'ın kapısının önünde beklemeye başladım. Arena olduğu için kapılar kapalıydı. Kendi takımımın geleceği yerde bekliyordum. Kendi kendime strateji kuruyordum. Arenada zararsız silahlarla savaşıyorduk. Elimizdeki silahları hedefe kilitleyip ateşlediğimizde tulumlarımızdan alarm geliyor ve hakemlere bildiri gidiyordu . Böylece oyundan elenmiş oluyordunuz. Oyun- Arena- ya karşı takımdaki herkes ölünce bitiyordu ya da takım kaptanı diğer takımın Kaptanını oyun dışına bırakınca bitiyordu.

  Gerçek hayatta, dışarı çıkan ekiplere de bunlara benzer silahlar veriliyordu. Karşımızdakiler robotta olsa nihayetinde insandı ve buna göre davranmalıydık. Bu sebeple bilim adamlarımız bir silah keşfetmişlerdi. Silah sadece insanın içindeki robota zarar veriyor ve devrelerini yakarak uzun bir uykuya dalmasına sebep oluyordu. Bizim için sorunda burda başlıyordu o insanlar - ya da robotlar - bir daha asla uyanamıyordu. Bilim adamları bunu çözemiyorlardı ama ısrarla bu yolu deniyorlardı. Ian'la öğrendiğimize göre bir ara böyle bir deney yapılmış ve bir insan böyle kurtarılmıştı ama bu seferde hafızası silinmişti. Sonrada buradan kaçıp gitmişti zaten. Kim olduğunu neye benzediğini asla öğrenememiştik.

  İçimde bunları yaşabilecek olmanın heyecanını taşıyordum. 3 gün sonra tekrardan gökyüzüyle buluşacaktım.

  Kendi kendime indiğim derinlerden tekrar gün yüzüne çıkıp stratejimi kurmaya başladım. Beş dakikalık süre sonrasında kafamda her şeyi en ince ayrıntısına kadar canlandırabiliyordum.

  Arkamda duyduğum ayak sesleriyle takım başkanı Daniel'ın gelişini görmek üzere onlara döndüm. Yanıma gelmelerini işaret edip onlara strajemi anlattım. Son 10 saniye için uyarı verilip geri sayıma başlandığında takım olarak birbirimize bakıp sırıtıyorduk. Orada Arena da çok eğlenecek ve diğer takımları oraya gömecektik. E, şey belki sadece Ian'ı oraya gömsekte yeterdi.

  Son saniyeden sonra önümüzdeki kapı açıldığında son hız ileri fırladık. Diğer takımlar daha arkalarını dönmemişken dört yandan ateş etmeye başladık. Arenada tam olarak 60 kişi vardı ve 30 unu şimdiden harcamıştık. Takımıma baktım, tamdık. Karşıdaki kolonun arkasına geçip eğildim ve saklandım. Daniel'ı yanıma çağırdım.

  " Dinliyorum, efendim?" Dedi nefes nefese.

  " Kaç kişi kaldılar sayabiliyor musun?" Diye sordum. Ortalarında olmam gerekiyordu çünkü önemli olan benim vurulmamamdı. Bu yüzdende etrafı çok net görememiştim.

  " Sadece biz 25 kişi aldık. Gelirken B takımının ve F takımının hala eksiği olmadığını gördüm."

  " Ian iyi çalışmış demekki."

  " Öyle görünüyor kaptan. Ama çocuklar ilk defa bu kadar kişi aldı. Gittikçe de hevesleniyorlar. Onları alt edebiliriz."

  " Ama önce burdan çıkmamız lazım." Etrafa göz gezdirdim. Sindiğim kolondan onları göremiyordum ama seslerden anladığım kadarıyla yaklaşıyorlardı. Başımı çok az uzatıp Alan'a baktım. Ve etrafımızda yarım çember kurulduğu gördüğümde ağzımdan çıkan küfüre sahip çıkamadım.

  " Hassiktir. Bizi çembere alıyorlar."

  " Şimdi ne yapacağız, kaptan."

  " Sus da düşüneyim!" Diye gereksiz yere çıkıştığımda Daniel'ın sustuğunu farkettim. İçine alındığımız bu çemberden çıkma yollarını kafamda tarttım. Bizi çembere alan 20 kişiyi aynı anda alamazdık. Çoktan bizi avlamaya hazırlardı. O yüzden direkt iki takım kaptanını almalıydık. Böylece oyun biterdi ve biz kazanırdık. Aklıma gelen planla sırıttım.

  " Hazır mısın, Daniel?" Dedim aynı şekilde sırıtarak.

  " Ne yapıyoruz, Kaptan?"

  " Kazanıyoruz." Diğer çocuklarıda yanıma çağırdım. Hepimiz bir araya geldiğimizde başımı tekrar uzatıp Alana baktım. Steve, Fred ve David alınmışlardı. Tabi ki geriye Alexander ve Ian kalmıştı. Ve onların takımıyla beraber 20 kişi onlar arasından 2 kişi vurmalıydım. Takıma planı anlattıktan sonra yeterince anladıklarını varsaydım çünkü zamanımız kalmamıştı. Takım etrafımda çember kurdu ve bana en yakın şekilde durdu. Kol kola girdiler. Böylece biri vurulsa bile diğerleri onlarla birlikte ileri yürüyebilecekti. Son kişi vurulana kadar çember ayakta kalacak ve beni çemberin içinde sağlam tutacaklardı. Takıma komut verdiğimde hep beraber ileri doğru atıldık ve hızlı hızlı yürümeye başladık. Üstümüze ateş yağarken gözlerimde etrafı hızlı hızlı tarıyordum. Silahımın kabzasını sımsıkı kavrayıp önümdeki askere ateş etmeye çalışan Alexander'ı hedef aldım. Gözleri bana çevrildiğinde geç kalmıştı. Onun alındığı ilan edilirken ona sırıtıp diğer tarafa dönüp Ian'ı aramaya başladım. Etrafımdaki erlerden sadece 4 kişi kalmıştı. Bu yüzdende düşmemiz an meselesiydi. İki kişi daha vurulduğunda korkuyla etrafa baktım. Sanırım şimdi gerçekten kaybetmiştim. Tam gerçeği kabullenecekken Ian'ı görmemle tamamen hedefsiz, ilkel bir dürtüyle silahımı çekip onu vurmam bir oldu. O sırada etrafımdaki çemberi taşıyan diğer iki kişide vuruldu ve çember komple yere yığıldı. Çemberin içinde etrafımdaki bu kadar kişinin arasında tek başıma kalmıştım. Çevreye bakıp gülümsedim. Bu hareketimin dışardan çok hastalıklı görünmesini umursamadım ve kocaman bir kahkaha patlattım. Sarsılarak ve deli gibi gülmeye başladım. Gözlerimden yaşlar gelene kadar kahkahalar attım. Kazanmıştım.

  Hakem tarafından komut verildi ve herkes düştüğü yerden kalktı. Ve ardından alkışlayarak Arena'nın kapısından giren babam göründü. Takımım bir yanımda yer alırken diğer yanıma Ian geçti. Ondan tarafa bakmadan gözümü babama diktim. Oda direkt konuşmaya başladı.

  " Başarılı." Dediğinde ağzımdan çıkan " Hah!" Kelimesine sahip olamadım ve dikkatin üzerime yoğunlaşmasına sebep oldum.

  " Yeterli bulmadın sanırım Alex."

  " Az önce tam 10 metre arkada destan yazdım ben. Ve sen tutmuş sadece ' başarılı ' diyorsun. Daha fazlasını beklerdim."

  " Pekala, çok başarılı."diyip gıcık bir şekilde gülümsediğinde; suratındaki gülümsemeye mi yaptığı şaka ya mı sövsem bilemedim ve alayına içimden sövüp babaanneme selam yolladım. Üzgünüm bunak seni tanımıyorum ve sana küfür ediyorum. Tamamen suçlu oğlun.

  " Her neyse." Diyip başka yere baktım.

  " Şimdi Kaptanlık görevi için seçtiğiniz askerlere görevinizi teslim edin lütfen." Bir an bile düşünmeden Daniel'ın yanına gidip onu babama doğru itekledim.

  " Ben Daniel'ı seçiyorum." Yerime geçtikten sonra diğer Kaptanların kimi seçtiğine bakmadım bile. Bir an önce bu eziyetin bitmesini bekliyor etrafa saçma saçma bakıyordum.

  Tepemdeki gölgeyle irkilip önüme döndüğümde elini bana uzatmış Alexanderla karşılaştım.

  " Tebrik ederim." Dedi elini işaret ederek. Kibarlık kotamın henüz dolmadığına karar verip elimi uzatıp elini sıktım.

  " Sağ ol." Elini bırakıp yürümeye başladığımda yanımdan geldi ve konuşmaya devam etti.

  " Strateji konusunda iyi olduğunu söylemişlerdi ama ben... Etkilendim. Gerçekten." Ona bakmadan ve yürümeye de ara vermeden koğuşuma giden yola dönerken cevap verdim.

  " Aman ne hoş."

  " Benimle böyle konuşmandan nefret ediyorum." Muhtemelen duymayacağımı düşündüğü için kısık sesle söylediği cümleyi duymuştum. Koğuşumun kapısını tutmak üzere kaldırdığım elimi indirip ona döndüm.

  " Nasıl konuşuyor muşum senle ?"

  " Koğuşuna gir Alex." Dedikten sonra arkasını döndüğünde bir hışımla önüne geçip onu durdurdum.

" Sanki sürekli senle konuşuyormuşum gibi davranıyorsun. Geleli 2 gün oldu ve sanki beni yıllardır tanıyormuşsunda değişmişim gibi davranıyorsun. Bak ben anlamıyorum." Diyip gözlerinin içine baktım. Cevap bekliyordum.

  " Anlamıyorsun çünkü hatırlamıyorsun."

 

SAVAŞ-MAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin