14.Bölüm

118 8 3
                                    

Öpücüğüme zaman kaybedilmeden verilen karşılık beni gülümsetmişti. Elleri enseme çıkıp beni kendine bastırırken dudaklarımın arasından çıkan inilti benden bağımsızdı. Sanki yıllardır çölde dolanan susuz bedeviymişim de serap sanıp uzak durduğum vaha gerçekmişçesine kana kana su içiyordum. Suyum Alexander'dı. Enseme çıkmış elleri belimden tutup beni kucağına aldığında nefes almadan öpüşmeye devam ediyorduk. Parmaklarım yine benden habersiz Alexander'ın yumuşak saçlarına dolandı. Ciğerlerin pes etme raddesine gelince kendimi çektim. Gözlerim hala kapalı duruyordu. İkimizin de kesik kesik nefes alışları oda da duyulan tek şeydi. Nefes almak için geri çekilsekde dudaklarımızın arasına mesafe koyamıyorduk. Alexander kısa ve küçük öpücükler kondururken dudaklarına karşı gülümsedim. Geri çekilip gözlerime baktı.

" Ne oldu?" Diye sordu tek kaşını kaldırarak.

Araya biraz daha mesafe koyup - gözlerini net görebileceğim on santim uzağı- ona baktım. Kırmızı gözleri, uzun ve ıslanıp birbirine yapışmış kirpikleri, kızarmış burnu ve hepsinden daha çok kızarıp şişmiş dudaklarıyla karşımdaki adamın benim olduğunu düşündüm. Benim olduğunu düşündüm ama bunu dile getirmedim. Sevgilim olduğunu söylese de hala bunu devam ettirmek istediğini belirtmemişti. Bana aşık olmuş olabilirdi ama iki yılda değişen onca şey duyguları savurup atmış yada hepten süpürüp atmış olabilirdi. Onca şeyi vicdan azabından yapmış olabilirdi.

" Az önce gülüyordun şimdi somurtuyorsun, Alex. İyi misin?" Diye sordu. Bana hala Alex diyordu. Onun için artık Crystal değil Alex'tim.

" Bulunduğumuz durumun garipliğini düşünüyordum da," dedikten sonra elimle düşünceleri savurup yüzüme bir gülümseme yerleştirdikten sonra devam ettim. " görür görmez sinir olduğum bir adamın kucağındayım." Dedim gülerek.

" Görür görmez bana bakışını hala hatırlıyorum. Yiyecek gibi bakıyordun, yalan söyleme. Ayrıca," dedikten sonra önüme düşmüş bir kaç tel saçı kulağımın arkasına sıkıştırıp tekrar bana yaklaştı. " Düşünebilecek haldeysen yeterince iyi öpüşmemişiz demektir. Bence bunu baştan alalım." Diye fısıldayıp dudaklarıma yöneldiğinde kapının çalmasıyla olduğum yerden fırladım.

Telaşla " Ne yapacağız şimdi?" Dedim.

Bu halime kaşlarını çatsada bir süre sonra kahkaha atmaya başladı. Benim de kaşlarım yavaşça çatılırken " Ne gülüyorsun?" Diye sordum.

" Az önce bunu bende sormuştum. Sence de bana çok benzemiyor musun?" Gözlerinde dolaşan yaramaz pırıltılara karşı gözlerimi devirdim. Ben telaşla dolanırken onun bu kadar rahat davranabiliyor olması beni tabi ki deli ediyordu.

" Bak burada herkes benim ve senin, bizim, kim olduğumuzu biliyor. Şuan telaş yapman gereken şey benimle olman değil, kapıdaki kişiyi bu kadar bekletmiş olman." Dedi ve ben olduğum yerden tekrar fırlayarak kendimi kapının önünde buldum. Kapının kolunu yavaşça kavrayınca gözüm elime takıldı. Bu bir koğuş kapısı değildi. Arkasında kim olduğunu bilmiyordum ama beni göreve ya da babamın yanına çağıracak biri de değildi. Bu benim eviminkapısıydı. Şuanda kendi evimin kapısını açıyordum. Yavaşça kulbu aşağı indirdim ve karşımda dikilen kısa sarı saçlı kıza baktım.

Benden kısa ve ince bir kız kıpkırmızı gözlerle bana bakıyordu. Alt dudağının titreyişinden ağlamak üzere olduğunu tahmin ediyordum. Gözlerim bu seferde boynundaki kar tanesi kolyeye takıldı.

" Crystal? Bu... Sen misin?" Küçük ellerini ağzına götürerek fısıltıyla söylediği sözleri zar zor duymuştum.

" Şey... Benim. Yani öyleymişim. Öyle diyorlar." Dedim ellerimle başımı kaşıyarak. Karşımdaki kız sesimi duyar duymak ince kollarını boynuma doladı. İstemsizce bende kollarımı vücuduna doladım. Alexander'ın yolda lilyum diye adlandırdığı, bayıldığım çiçek gibi kokuyordu. Arkamda hissettiğim hareketlilikten onunda geldiğini anladım. Kızı nazikçe kendimden uzaklaştırdım. Kim olduğunu bilmediğim biri bana sarılıyordu ve burada olduğum sürece bunu daha çok yaşayacakmışım gibi geliyordu.

SAVAŞ-MAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin