8.Bölüm

116 10 0
                                    

Başımı kapaktan çıkardığımda aldığım saf hava burun deliklerimi yaktı. Hangi akla hizmet üstüme mont giydiğimi bilmiyordum çünkü dışarıda güneş vardı ve sanırım yazdı. O sırada gözümün önüne Steve'in giydiği şort geldi. Nasıl yadırgamadığımı düşündüm. Görüpte nasıl anlamadığıma şaşırdım. Bir kaç gündür olan şeyler beni salağın tekine çevirmişti.

  Diğerleride kapaktan çıktı ve kapak küçük mekanik bir sesin ardından toprağa gömüldü. Üzerimdeki saçma montu çıkarıp sırt çantama koydum ve üzerimdeki gömleği çıkarıp belime bağladım. İçime siyah atlet giydiğim içinde ayrıca kendimi tebrik ettim.

  Etrafa baktığımda gördüğüm tek şey ormanlık bir alan olduğuydu.  Yeşilin her tonuna sahip olan orman, uçsuz bucaksız görünsede elimizdeki navigasyonlarla bir an önce burdan çıkabilirdik. Navigasyonlarla...

  " Navigasyonumu unuttum." Diye fısıldadım kendi kendime.

" Ne?" Yanımda olduğunu fark bile etmediğim Alexander'a " Navigasyonum," dedim. " Unutmuşum."

" Tamam sorun değil benim ki yanımda." Yavaşça başımı salladım. Bu, onunla beraber hareket etmek zorunda kalacağım anlamına geliyordu. Şikayetçi miydim? Tabi ki hayır. Ama şikayetçi olmam gerekirdi. Çok zor durumlarda bırakılmıştım ve önemli bir görevim vardı. Bunları unutup bu tarz işlerle uğraşmamalıydım. Ama uğraşacağımı da içten içe biliyordum.

  6 kişi ormanlık alanda ayağımızın altındaki dalları çıtırdata çıtırdata yürüyorduk.

  " Çok sessizsin. İnanamıyorum." Sessizliği bozan Alexander'a baktım. Hatta sanırım bugün ilk defa baktım. Beyaz dar bir tişörtle benimki gibi siyah bir kot giymişti. Ayağına da postallarını geçirmişti.

" Bugün çok uyumluyuz." Diyip gülümsedim.

" Ne gibi?" Anlamadığı için gözlerimi devirebilirdim ama yapmadım.

" Kıyafetleri diyorum."

" Ondan mı süzüyorsun beni sürekli."

" Evet. Ne? Hayır." Bana küçük bir kahkaha atınca onu güldürebildiğime sevindim. Ama bana bu kadar yakınken gülmemesi gerekiyordu.

" Gülmesene." Dedim başka yere bakarken.

" Neden ki?" Sırıtarak konuşmasından benimle uğraştığını anlıyordum.

" Bilmem gülme işte."

" Tamam, gülmem." Derken bir kahkaha daha attı. Dik dik ona baktım. Yani dik dik bakmaya çalıştım. Daha çok hayranlıkla bakıyorda olabilirdim.

" Böyle bir kız bir erkeğe dik dik bakıyorsa onu öpmek istiyordur derler, bilir misin?" Dediğinde başımı hemen başka yere çevirdim. Derin bir nefes aldı ve alaycı bir sesle konuşmaya çalışsada altındaki hayal kırıklığını anlamamak için gerizekalı olmak gerekiyordu. Ki bu durumda anlamama ihtimalimi de gözardı edemezdim.

" İstemediğini daha bariz belli edemezdin."

" İstemediğimden değil. Yani nasıl istenmez ki? Hangi kız istemez? Sadece, bilmiyorum."

" Başka kızların ne istediğiyle ilgilenmiyorum. Hiç ilgilenmedim."

" Gay misin?" Bana öyle bir baktı ki gay olduğunu düşündüğüm yerlerimi kesmek istedim.

" Sadece bir fikirdi." Diyip başımı eğdim.

" Hey, bu taraftan." Diye seslenen David'e baktım. Konuşmaya dalmış nereye gittiğimizi bile unutmuştuk.

Yan yana diğerlerinin peşine takılırken Ian la göz göze gelmek bütün keyfimi kaçırmıştı.

Susmaya karar verip Fred'in yanına doğru yürüdüm. Ne zamandır konuşmuyorduk. Fred ve David ikiz kardeşlerdi ama Fred'in ela gözleri onu ele veriyordu. Mavi gözlü David'in aksine Fred daha yakışıklı ve olgundu. Merkezdeyken ara sıra biraraya gelir konuşurduk.

SAVAŞ-MAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin